İnsanlar ve beşerî kurumlar genellikle belli amaçlara yönelik kararlar alır. Ancak, insan davranışlarının hedeflenmemiş sonuçları da olur. Sosyal teoride buna “niyetlenmemiş sonuçlar” adı verilir. İskoç Aydınlanması’na mensup düşünürlerin çalışmaları sonucu şekillenen bu görüş sadece bir teori değil, doğru olduğu tarihî olarak ispatlanmış bir gerçek ve insan hayatının değiştirilemez bir veçhesi...
Bunun sebebi insanın akıl ve bilinç sahibi, tercih yapabilen bir varlık olması. Bir başka kimsenin veya kurumun aldığı her karar insanlar tarafından kendi açılarından değerlendirilir. Bireyler alınan kararı kendileri için uygunsuz veya zararlı bulursa bireysel olarak karşı adımlar atar. Başka bir deyişle, kararın kendilerine menfi etkilerine karşı tedbirler alır.
Bu gerçek devlet icraatları için bilhassa geçerli… Devlet, bazı kimselerin zannettiğinin tersine, kamusal düzenin kurucusu değil. Sosyal düzenin temelinde yatan kuralların koyucusu olmaktan ziyade koruyucusu. Meselâ Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu gibi temel hukuk kodları devletler değil toplumlar tarafından ve çok uzun zaman dilimlerinde oluşturuldu. Toplumsal düzen de devlet tarafından oluşturulmadı, kendi kendisine doğdu.
İri devlet teorisyenleri devletin mutlak ve üstün bir otoriteye sahip olduğunu ve toplumsal hayatı hemen her bakımdan ve mutlak olarak düzenleyebileceğini -ve düzenlemesi gerektiğini- kabul eder. Onlara göre toplumsal hayatın her alanı devlet müdahalesine elverişlidir ve devlet uygulanma kabiliyetine sahip kararlar alma hakkına ve gücüne sahiptir. Gelgelelim, bu görüş yanlış. Örneğin devlet ekonomik hayata abartılı müdahalede bulunmamalı, genel düzenlemelerle yetinmeli. Çünkü devletin ekonomik hayata ilişkin olarak alacağı her karar niyetlenmemiş sonuçlara yol açar. Bazen bu niyetlenmemiş sonuçlar ya niyetlenen hedeflere ulaşılmasını imkânsız kılar ya da kötü sonuçlar çıkarır. Türkiye’de şu sıralarda böyle bir süreç yaşanıyor…
Seçim yılına girmiş olmamız hükûmet açısından ekonomik tablonun düzelmesini acil ve önemli kılıyor. Bu yüzden, yoğun bir çaba içinde. Maaş zamları, devlet çalışanlarının sayısının artırılması, faizlerin düşürülmesi, kredi musluklarının açılması, insanların genç emekli edilmesi gibi adımlar atılıyor. Bunlara ve benzer hususlara ait düzenlemeler topluma genellikle “müjde” olarak duyuruluyor.
Çabalarını takdir etmekle beraber hükûmetin istediği sonuçları alamamasına, hatta tam tersi sonuçların doğmasına şaşırmamak gerekir... Bir iki örnek vereyim. Devlet çalışanlarının sayısının artırılması devleti açık ara en büyük işveren hâline getirmekte ve insanların iş kurmak yerine devlet kapısına girmeyi tercih etmesini yaygınlaştırmakta. O kadar ki bugünün Türkiye’sinde “işe girdim” diyene “hangi devlet dairesine girdin?” diye sormak birçok yerde boy gösteren bir pratik. Hükûmetin konut sektörüne el atması ve dar gelirli vatandaşların ev sahibi olması amacıyla kamu bankalarına ucuz kredi verdirmesi piyasada konut fiyatlarının yükselmesine yol açmakta. Kiralara yüzde 25 artış sınırı konmakta ama ev sahipleri farklı yollarla kiraları artırmakta. Maaşlardaki ciddî artışlar piyasadaki malların fiyatlarının yükselmesine sebep olmakta. İhracata katkısı olur diyerek Türk lirasının değerinin düşürülmesi insanların tasarruflarını korumak için döviz alımına yönelmesine sebep olmakta...
Niyetlenmemiş sonuçlar yüzünden, hükûmetler, ekonomik hayata derinlemesine müdahil olmaktan ziyade insanların huzur ve güven içinde çalışabileceği ortamı sağlamayı gözetmeli. Vatandaşların kendi başlarına iş kurma ve verimli faaliyetler yapma becerisinin artmasının orta ve uzun vadede devlet müdahalelerinden daha doğru ve yararlı olduğu unutulmamalı.