PKK’nın sonu geldi mi?

A -
A +

PKK 1980 öncesinde başını Abdullah Öcalan’ın çektiği bir terör örgütü olarak doğdu. Dönemin havasına uygun olarak Marksist-Leninist-Stalinist bir örgüttü. Diğer Kürt etnisitesi kaynaklı terör örgütlerini tasfiye ederek ilerledi. Daha sonra Öcalan ve örgütün üst takımı Suriye’ye yerleşti.

 

Örgütün Suriye’de üslenmesi çok ilginçti... Suriye ülkede yaşayan Kürt nüfusa kimlik dahi vermeyen, yani bir anlamda Kürtleri insan yerine koymayan bir yapılanma içindeydi. Bu durumda nasıl oldu da Türkiye’ye karşı hareket eden bir örgütün başını çeken kişinin Şam’a yerleşmesine izin verildi ve dahası o kişi Suriye gizli servisi tarafından korundu? Sanırım bu sorunun cevabı Suriye’nin de bir tür sosyalist bir ülke olması ve önemli ölçüde SSCB’nin güdümünde kalmasıydı. Zamanın sosyalist hareketleri terörü meşru ve yararlı bir yol olarak görmekteydi. SSCB ise PKK üzerinden bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi sıkıştırma peşindeydi.

 

SSCB’nin 1991’de çökmesi ve dağılması PKK’nın Suriye’deki varlığı için bir problem kaynağı oldu. Daha sonra Türkiye’nin Suriye’yi açıkça savaşla tehdit etmesi üzerine Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Sığınacak ülke ararken ABD tarafından Türkiye’ye teslim edildi.

 

Büyük ölçüde Kemalist tek parti antidemokratik cumhuriyetinin eseri olan Kürt problemi Türkiye’nin 1950’de demokrasiye geçmesinden itibaren sürekli hafiflemekteydi. Demokratik sistem bir taraftan tüm topluma Kemalist dayatmaları geriletmeye çalışırken diğer taraftan da Kürt meselesinde mesafe almaya çalışmaktaydı. Kürtlere karşı bazı negatif ayrımcılıklar yapılmasına rağmen Kürtler özellikle demokrasi döneminde mesela ABD’de siyahlara veya Avustralya’da Aborjinlere uygulananlara benzer yaygın ve yoğun ayrımcılıkla karşılaşmadı. Herkesi bağlayan kanunlar onları da bağladı. Kürtler için ayrı bir ceza kanunu olmadı. Kürtlere mahsus bir vergi idaresi kurulmadı. Serbest piyasanın olduğu kadarıyla sağladığı hak ve hürriyetler içinde Kürtler gönüllü olarak Batı’ya göç edebildi. Yerleşebildi. Arsa ve ev alabildi. İş kurabildi. Ana ayrımcılık daha ziyade Türk etnisitesini çağrıştıran Türk vatandaşlığı kavramının dayatılmasında ve Kürt dilinin eğitim dili olamamasında yaşandı. Bir de Kürtlerin hemen her partide siyaset yapabilmesine rağmen Kürt etnisitesini temsilen bir parti kuramaması söz konusuydu...

 

Zaman içine bu eksiklikler giderildi. Özellikle AK Parti iktidarları bu bakımdan tarihî adımlar attı. Ret ve inkâr politikası bitirildi. Kürtlere Kürt kimliğiyle siyaset yapma yolu açıldı. Bütün bunların demokrasiye geçişi hızlandırması ve PKK’nın kendi kendisini tasfiye etmeye yönelmesi gerekirdi. Ancak, terör örgütü idareciliği bir tür meslek hâline geldi. Yaygın bir alt kültür oluştu ve bu kültür şiddeti desteklemek için kullanıldı. Özellikle Suriye’deki parçalanma ile ABD’nin özel ilgi ve desteği PKK’nın ayakta kalmasını sağladı.

 

Türkiye de boş durmadı. DEM geleneğindeki partilerin TBMM’de var olmasına izin verildi. Türkiye 2016’dan sonra terörle mücadelede strateji değiştirdi. “Otur, bekle ve saldırılara cevap ver” politikasının yerini “teröristi; her nerede ise orada bul ve yok et” politikası aldı. En son buna Suriye’deki Esad rejiminin değiştirilmesi büyük katkı sağladı. Hiç beklenmedik bir anda Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ın gerekirse TBMM’de DEM grubunda konuşması ve PKK’yı dağıttığını ilan etmesi çağrısı eklendi. Böylece PKK bir dönüm noktasına geldi. 

 

Bilinen bir gerçeği bir kere daha söyleyelim. Demokratik siyaset ve terör birbirinin zıddıdır. Birinin olduğu yerde diğeri yaşayamaz. Geniş bir ifade özgürlüğü içinde her talebi ve görüşü dile getirebilen Kürt partileri olmalı ve bunlar hedefleri için siyasi mücadele içine girebilmeli. Ama terörden de kesinlikle vazgeçilmeli. Yani PKK ortadan kalkmalı.

 

 

 

Atilla Yayla'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.