Cumhurbaşkanı Erdoğan geçenlerde yaptığı bir konuşmada daha iyi araba, daha yeni telefon alma, daha çok konsere gitme gibi ‘süfli amaçlar’ için yurt dışına gitme peşinde koşanları eleştirdi. Bu sözler toplumda, kategorik muhalifler dışında, genellikle olumlu karşılandı. Kategorik muhalifler ise, kendilerinin de muhtemelen başka şartlar altında savunacağı görüşleri dile getirdiği için, Erdoğan’a karşı çıktı.
Dünyaya yönelişte yokluğu varlığa tercih eden değişik inançlardan ve felsefî görüşlerden insanlar her zaman var oldu. Antik Atina’da üretim ve ticaret gibi faaliyetler aşağılık görüldü ve daha ziyade kölelere terk edildi. Bir fıçıda ve çok ilkel şartlarda yaşayan Yunan filozof Diyojen kendisinden istediği bir şey olup olmadığını soran İskender’e, güneşini engellediği için, “gölge etme başka ihsan istemez” dedi. Katoliklik ve Müslümanlık gibi dinlerde yokluğa sabır göstermeye ve varlıklı olmanın tehlikelerine ilişkin birçok hikâye ve deyiş ortaya çıktı...
Bugün dünya tarihinin en müreffeh hayata sahip insanlarıysak burada bir çelişki olmalı. Demek ki bütün aksi sözlere rağmen insanlar ‘süfli amaçlar’ın peşinde koşmuşlar. Acaba bu bilinçli bir tercih olarak mı yoksa tesadüfen, kendiliğinden vuku bulan bir durum mu?
Bu soruya verilecek cevap insanın tabiatıyla ve içinde bulunduğu ekosistemle alâkalı. İnsanlar tüketmek mecburiyetinde. Bu, üretme faaliyetini teşvik ediyor. Elbette mübadeleyi de. Böylece bildiğimiz hayat doğuyor...
İnsanların beslenme ve barınma gibi bir problemleri olmasaydı, bambaşka bir hayat yaşıyor olmaları gerekirdi. Mesela kediler veya aslanlar gibi bizi soğuktan koruyacak kalın ve tüylü derimiz olsaydı, ayaklarımızın altında patilerimiz bulunsaydı, çatı altında veya kapalı yerlerde değil açıkta kalabilseydik, üretme faaliyeti yerine topladıklarımız ve avladıklarınızla yetinebilseydik bugünkü hayatımız bambaşka olurdu. O zaman kimse ‘süfli amaçlar’ peşinde koşmazdı!
Etik tarihinde Bernard Mandeville çok istisnai bir çizgi teşkil eder. Tüm ahlâk teorilerinin tersi istikamette ilerler. Bildik, tanıdık sıradan kötülüklerin ve hırsların insanların ilerlemesine, müreffeh bir hayat yaşamasına katkıda bulunduğunu öne sürer. Mandeville’in tezlerinin hayat tarafından önemli ölçüde doğrulandığı söylenebilir. Örneğin bazı insanlar lükse düşkün olmasaydı bugünkü hayatımızda muhtemelen araba, cep telefonu gibi şeyler olmazdı. Herkes her zaman borcuna sadık kalsa ve verdiği sözleri tutsaydı avukatlara, mahkemelere, hâkimlere, hapishanelere ihtiyaç olmazdı. Bu insanları yetiştirecek okullara ve inşaat malzemelerine de. Bütün bu işlerde çalışacak insanlara da…
Mandeville’in görmemizi sağladığı üzere, tuhaf şekilde, küçük kötülükler kamusal iyiliklere yol açmakta. Aynı şey ‘süfli’ denerek dışlanan ve aşağılanan şeyler için de söylenebilir. Her insan, doğal olarak, daha iyi bir hayat yaşamak ister. Daha rahat hayat daha düzenli ve istikrarlı beslenme, daha iyi giyinme, daha iyi evlerde oturma demektir. İnsanlar aynı zamanda daha iyi arabalara binme ve daha iyi telefonlar edinme arzusundadır. Bütün bunlar ekonomik dinamizmi, üretimi, ekonomik faaliyetleri harekete geçiren başlıca motivasyonlar arasındadır.
Kısaca, ‘süfli amaçlar’ doğrudan doğruya insanların beka ve refah mücadelesi ile ilgilidir. Onların peşinde koşmayı reddeden her insan ve her toplum fakir kalmak ve hatta varlığını sürdürememek gibi problemlerle yüzleşmek zorunda kalır...