ABD başkanlığına ikinci defa seçilen Trump daha ilk günlerinden itibaren çok tartışmalı bazı adımlar attı ve niyet açıklamaları yaptı. Bunların çoğunun insanlığın genel değerlerine, liberal demokratik ilkelere ve uluslararası hukuka aykırı olduğu söylenebilir. Gazze ve Filistin halkı için tüm liberal ve demokratik değerleri hiçe sayan sürgün niyeti, soykırımcı Netanyahu’nun Uluslararası Ceza Mahkemesi kararına karşı korunması için mahkemeye yaptırım kararı alınması, Panama Kanalı ve Danimarka’ya bağlı Grönland’a el koyma niyetine ilişkin açıklamalar, Ukrayna’nın değerli madenlerine göz dikilmesi ve Kanada’nın ABD’nin bir eyaleti olması gerektiği yolundaki ısrarlı çağrı bunlar arasında en başta gelenler olarak sayılabilir…
Bütün bu açıklamaların ve niyetlerin elbette bazı sonuçları olacak. Orta ve uzun vadede insanlığın ve olduğu kadarıyla uluslararası hukukun ve uluslararası düzenin varlığına ve işleyişine zarar verecek. Ayrıca, ABD’nin zaten Gazze olaylarıyla daha ziyade sözde kaldığı ve göstermelik olduğu anlaşılmış ve büyük yara almış olan evrensel liberal değerlere – bilhassa ifade hürriyetine ve özel mülkiyete- bağlılık iddiasının daha fazla ve daha derinden sorgulanmasına yol açacak.
Trump, öyle anlaşılıyor ki, bir ilkeler ve değerler adamı değil; güce tapan tipik bir pragmatist. Daha çok kimin haklı olduğuyla değil kimin elinde ne güç bulunduğuyla ilgilenmekte. Ülkesinin birçok bakımdan dünyanın en güçlü ülkesi olmasının kendisine her istediğini yapma hakkı ve yetkisi verdiğine inanmakta.
Gazze halkını sürgüne göndermek istemesi tarihe, özel mülkiyete ve insanların şahsi tercihlerine hiç değer vermediğinin göstergesi. Gazze toprakları yüzlerce yıldır orada yaşayan Filistin halkına ait. Yahudiler bölgeye çok sonraları geldi. Gelişlerinde de başlangıçta bölgedeki Filistin otoritelerinin iznine ve iyi niyetine dayandı. Ama Yahudi nüfus her türlü yola başvurarak ve gerektiğinde terörü bir araç olarak kullanarak bölgedeki toprakları işgal etti. Siyonist İsrail bu şekilde doğdu. Şimdi de siyonistler, Yahudilerin kutsal kitabında kendilerine vaat edilmiş topraklar olduğu gerekçesiyle sürekli hak ve hukuk ihlali yaparak Filistin’de yayılmaya çalışmakta. Trump’ın bütün bu gerçekleri yok farz etmesi ve en son Yahudi işgalcilere ABD tarafından açılan soruşturmaları durdurması işgalciliği teşvik anlamına gelmektedir.
Trump’ın Grönland ile ilgili tehditleri ve talepleri de uluslararası hukuka ve ülkelerin sınırlarına saygı duymadığının bir ifadesidir. Toprak işgali bu kadar kolay yapılabiliyorsa yarın başka taleplerin de ortaya çıkması mümkün. Mesela Meksika da eskiden kendi sınırları içindeki, ABD tarafından işgal edilmiş olan Teksas, Kaliforniya gibi yerlerin peşinde koşabilir. ABD yerlileri ellerinden zorla alınmış topraklarının iadesini isteyebilir. Bütün bu talepler bugün ABD gücü karşısında etkisiz kalabilir, ama yarın ne olacağı belli olmaz. ABD’nin güçten düşmesi bu tür talepleri davet edebilir.
Aslında Türkiye olarak biz ABD’nin güce taptığına ve çifte standartlı olduğuna birçok örnekle şahidiz. Bunun en son ve en yakın örneği Türkiye’de bir terör örgütü olarak gördüğü PKK’nın Suriye yapılanmasıyla iş birliği yapması.
ABD kendisinin başını çektiğini öne sürdüğü uluslararası düzeni de böylece yıkmakta. Düzen uzun vadede zora değil kurallara dayanır. Gücü yetenin her istediğini yapması bir düzene değil kaosa giden yoldur. Bu yol eninde sonunda ona yol açana, yani ABD’ye de zarar verecek bir şeklide evrilecektir.
Trump’ın bir an önce aklını başına alması gerekiyor. Bunun için de ana sorumluluk dış dünyaya değil ABD’nin içine düşüyor. Umarım bu kötü gidişi gören ve itiraz eden ABD’liler olacaktır.
Atilla Yayla'nın önceki yazıları...
"Amerika çok sevdiği itraile Güney Amerika'da yer versin"... ERBAKAN
Kahrolsun kapitalizm!