Türkiye’de bir diktatörlük rejimi olduğu iddiası çok sık dile getiriliyor. Buna göre ülke bir diktatörlük rejimine sahip ve Erdoğan acımasız bir diktatör. Bazen aynı anlama gelmek üzere “saray rejimi”, “tek adam rejimi” gibi tabirler de kullanılıyor. Bunu söylemek, Türkiye’de, Erdoğan’ın merkezinde bulunduğu hatta kurucusu olduğu ve demokrasiyle uzaktan yakından bir ilişkisi olmayan bir rejimin hüküm sürdüğünü iddia etmek anlamına geliyor…
Türkiye’de bir diktatörlük bulunduğu iddiası -daha doğrusu suçlaması- gerçeğe ne kadar tekabül ediyor? Ülkemiz gerçekten bir diktatörlük rejimi ile mi yönetiliyor? Erdoğan bir diktatör mü? Bunun işaretleri, göstergeleri ve sonuçları neler?..
Konuyu hem teorik hem de ampirik olarak ele alalım. Önce diktatörlüklerin genel özellikleri üzerinde duralım. Daha sonra Türkiye’nin yaşadığı tek parti diktatörlüğünün temel özelliklerini tespit edelim. Ardından Türkiye’de mevcut durumu bu tespitler açısından değerlendirelim...
Diktatörlük, siyasi çoğulluğun ve açık ve meşru rekabetin olmadığı, tek partili rejimlerin adıdır. Bu tür rejimlerde yarışmacı seçimler olmaz. Yani halk kesimleri farklı partiler tarafından temsil edilmez, tek ve tekelci parti bütün toplumu temsil etme iddiasındadır. Hâliyle, parlamento millî iradeyi yansıtmaz. Seçim yapılsa bile iktidar değişmez. Gerçek anlamda muhalefet partilerinin oluşmasına ve yaşamasına izin verilmez. Parlamento kelimenin gerçek anlamında parlamento olmaktan uzaktır. Sıraları diktatörün adamlarıyla doludur ve hemen hemen hiçbir gerçek fonksiyonu yoktur. Buna paralel olarak, medyada da çoğulluk bulunmaz. İfade ve basın özgürlüğü tanınmaz ve muhalif medya organları ne var olabilir ne de yaşayabilir. Medya organları daha ziyade iktidarın uzantısıdır; resmî ve izin verilmiş olanlar dışında haber ve yorum yapamaz…
Bu teorik anlatımı Türkiye’de tecrübe edilmiş tek parti diktatörlüğü örneğiyle karşılaştırabiliriz. Türkiye’de 1925-1946 (hatta 1950) arasında bir tek parti diktatörlüğü yaşandı. Bu dönemde diktatörlüğün yukarıda sıralanan tüm özellikleri mevcuttu. Her şeyden önce siyasi çoğulluk ve rekabet eksikti. Siyasi temsil de yoktu. Alternatif ve muhalif siyasi partilerin kurulmasına izin verilmedi. Siyasi rekabet yapılamazdı. Siyasi iktidar kendi kendisini atamaktaydı; göreve geliş ve gidişinin halkla bir ilişkisi mevcut değildi. Temel hak ve özgürlükler bir tür tepeden inme modernleşme projesi hesabına ve bu proje gerekçe gösterilmek suretiyle rafa kaldırıldı. Bu çerçevede ifade ve basın özgürlüğü de yoktu. Basın önemli ölçüde iktidarın destekçisi olarak konumlandırılmıştı. Medyada siyasi iktidarın icraatlarını eleştirme imkânı bulunmazdı...
Diktatörlüğün bu teorik ve fiilî özelliklerini belirledikten sonra şimdi Türkiye’nin bugününe bakabiliriz. Türkiye’de diktatörlüğün yukarıda ele alınan temel özellikleri var mı?
Türkiye’de demokratik seçimler var. Seçimler hür ve âdil olarak yargı gözetim ve denetiminde yapılmakta. Türkiye bu bakımdan Türkiye’nin diktatörlük olduğunu iddia eden ülkelerin bazılarına ders verecek ve onlar tarafından örnek alınacak kadar başarılı. Seçimler sonuç oluşturuyor; yani iktidarın seçimlerle değişmesi mümkün. Muhalefetin aylarca seçimi erkene alma çağrısı yapması, sonunda seçime gidiyor olmamız ve muhalefetin kazanma ümidi besleyebilmesi bunun bir işareti. Diktatör denilen Erdoğan da başarılı siyasi hayatını tamamen halkın serbest seçimlerde onu tercih etmesine borçlu. Hatta Erdoğan büyük ölçüde bürokratik hâkimiyet odaklarına karşı ana silah olarak demokratik seçimleri gören ve kullanan bir lider. O kadar ki siyasi hayatında karşılaştığı bütün problemleri seçimlere ve referandumlara giderek aşmış...