Adına Covid-19 denilen laboratuvar mahsulü virüs yayılmaya başladığı günden bu yana aynı şeyi düşünüyorum: Bir yerlerde birileri dünyanın varlıklarının 8 milyarı aşkın insana yetmediği iddiasıyla nüfusu azaltmaya çalışıyor. Amerikalı yazar Dan Brown'ın, kaçmalı kovalamalı seriden olan 'Cehennem' adlı kitabının ana fikri de buydu. Gizli örgütlere odaklanan, karmaşık olay örgülerini çok iyi anlatan, iyi araştırmalarla bezeyen Amerikalı yazar, bahsettiğim romanında dünya nüfusunu azaltmak için insanların doğurganlığını azaltan bir virüsün, İstanbul'un incilerinden Yerebatan Sarnıcı'nda dünyanın dört bir yanından gelen davetlilerin bulunduğu bir etkinlikte yaymaya çalışan 'suçlularla' mücadeleyi anlatıyordu. Kitapta virüs suya dökülmeden suçlular yakalandı ama gerçek hayatta Covid-19'u bütün dünyaya yaydılar. Annemize, babamıza, evladımıza dokunamadık, her şeyimizi evde yapmaya başladık 'hayat eve sığar' sloganıyla... Biz eve sığınca dünya biraz nefes aldı; hava, su, toprak temizlendi ve en iyi tarafı bu oldu gerçi ama yaşananların olumsuz yanları da bir bir ortaya çıkmaya başladı. Hastalıklardan iş dünyasına kadar her yerde hem de...
Pandemi döneminde başlayan evden çalışma iyi geldi, fabrikalarda çalışanlar hariç, neredeyse tüm sektörlerde devam etti. "Biraz evden biraz ofisten" diye özetlenen "hibrit" çok sevildi. İş yerine gitmeyip toplantıları ışıklı ekranlardan yaptığımızda "Yolda geçen zaman kârımız oldu, araçla doğayı da kirletmedik" diye mutlu olduk. Fakat şimdi "Hayat eve sığar" durumu iyiden iyiye psikolojimizi bozdu. Bir online eğitim platformu olan Teedo tarafından yapılan araştırmada, iş dünyasında 'beyaz yakalı' tabir edilen kesimin yalnızlaşarak depresyona girdiğini, çalıştığı şirkete olan bağlılığını kaybettiğini ortaya koydu. Başlarda "seçilmiş" olan "yalnızlık" şimdilerde herkesle birlikte "mecburi" bir hâl almaya başladı. Araştırmayı yorumlayan Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, kendisini en fazla yalnız hisseden kesimin 30'lu yaşlardaki beyaz yakalılar olduğuna dikkat çekiyor ve iş yerlerine şu tavsiyede bulunuyor: Çalışanlarınızla online değil yüz yüze görüşün. Eğitimleri yüz yüze yapın, etkileşimi artırın. Bunu yeni beceriler için değil, önce iletişim için yapın...
Araştırmayla ortaya çıkan gerçeklerden biri de yalnızlaşmanın getirdiği psikolojik problemler... Araştırmaya göre, çalışanların "ruh sağlığı" sebebiyle talep ettikleri izinlerde yüzde 300 artış olmuş. 2019 ve takip eden dönemde psikolojik bozukluk yaşayan kişi sayısı 1 milyar olarak belirlenmiş. Bu sayı da çalışma çağındakilerin yüzde 15'inin ruh sağlığının bozukluğuna işaret ediyor. Ayrıca depresyon ve anksiyete sebebiyle her yıl yaklaşık 12 milyar iş gününün kaybedilmesi, bunun da küresel ekonomiye 1 milyar dolar kaybettirmesi de 'parasal' gerçek. İllaki tek tek saymaya da gerek yok. Etrafta "sıkıldım her şeyden" diyen insan sayısına bir dikkat edin; tehlikeyi göreceksiniz.
Peki çare ne?
Tam çare olmasa da 'hafifletmek' için, öncelikle çalışana kendisini önemli hissettirmek gerekiyor. Uzmanlara göre; uzaktan çalışılsa da bir araya gelmeyi sağlayacak etkinlikler düzenlenmeli. Ceza değil, ödül mekanizması önde olmalı.
Geleneksel zam dönemleri var bizde. Memur ve emekli maaş zamlarıyla asgari ücret artışlarında hemen... Ücretler ne kadar arttıysa, fiyatlar da o oranda artıyor. Fazlası var, eksiği yok. 1 Ocak 2025 itibarıyla asgari ücret yüzde 30 arttı, hem ürün hem hizmetler en az yüzde 30 zamlandı. Site aidatından gıdaya, kuaför hizmetinden kafedeki bir fincan kahveye kadar; her şey...
Daha önce de bahsetmiştim. Bir ürün ve hizmetin fiyata etkisi yüzde 10. Yani çalışan ücreti yüzde 30 arttı diye 100 liralık ürünün fiyatını 130'a çıkarmak insafsızlık ama yapıyorlar işte. Yoksa bir kuaför hizmet bedelinin 500 liradan 800 liraya çıkarmak, yani yüzde 60 zam yapmak neyle açıklanır? Aklına göre zam yapanların tutunduğu "serbest piyasa" deyimiyle tabii... Evet "kâr oranı şu kadar olacak" diye bir kanun yok, piyasa serbest. Aynı marka ve miktardaki bir gazlı içeceği yan yana olan marketlerden biri 50 liraya, birisi 30 liraya satıyorsa, ikisinin de alıcısı varsa, diyecek bir şey kalmıyor. Eski bir siyasetçimizin dediği gibi; enflasyon sadece ekonomiyi değil, ahlakı da bozuyor...
Geçtiğimiz hafta Prof. Hakan Kara'nın paylaştığı grafikte, dolandırıcılığın da enflasyona paralel arttığı görülüyor maalesef. Bütün dünyada böyle ama bizim bir de dolandırıcılıkta dünya birinciliğimiz var! Şimdilerde yine başladı piyasa; şuna zam yok, buna zam yok. Zaten daha bir ay önce zam yaptıkları için tabii... Ha, bir de artık öğrendiler ki, ramazan öncesi ve ramazanda denetim var, çok önceden yapıyorlar 'zam' hazırlığını.
Canan Eraslan'ın önceki yazıları...