Ayıp... Futbolun başındaki kişi olan Levent Bıçakçı, başkanlar toplantısındaki konuşmaların sır kalmasını istiyor, 1 saat sonra sırrı kendisi açıklıyor. Aynı ekipteki Ersun Yanal, kendi düzenlediği antrenörler zirvesine katılmıyor. Hagi, taraftarını cep telefonunu çaldılar diye hırsızlıkla suçladı. Taraftarları onu dün, "I Love you Hagi" diye çağırırken bugün "Defol, hırsız Hagi" diye kapıyı gösteriyor. Çünkü Ergun Gürsoy, "Kayserililer neden üstüne alınıyor. Hagi, G.Saray taraftarlarına hırsız dedi" diyerek adres veriyor. Akçaabat Sebatspor'a teklif edilen 200 bin dolara... Hikmet Karaman'ın Güvenç Kurtar'ı arayıp, "Neden takımını bize karşı motive ediyorsun?" şeklinde sert çıkmasına, Güvenç Kurtar'ın Hikmet Karaman'ın futbolcularına gidip, "2. Lig'e düştünüz" demesine, F.Bahçe muhabirine, "Seni tokatlarım" diyen Aziz Yıldırım'a... Ayıp, ayıp, ayıp... Bunlar Türkiye'de bir hafta içinde olup biten olaylar... "LÜTFEN" beyler... "LÜTFEN" sayın Bıçakçı, "LÜTFEN!" Üst üste ayıbı bu kadar kısa süreye sıkıştıran bir başka toplum daha var mı? Balık baştan kokar derler ya, o hesap... Tam burada sevgili Öcal Uluç ağbinin hayıflanması düşüyor gözümün önüne. Onun ünlü bir tarifi var bu konuda; "Vah futbolum vahhh..." Siz ne düşünürsünüz bilmem! Ama ben çok üzüldüğüm ve içime sindiremediğim bir hadiseyi aktarmak istiyorum... Belki anlamsız ya da basit gelebilir ama "LÜTFEN" dinleyin... G.Saray - Trabzonspor maçının başlamasına iki saat kadar vardı. Stat içindeki atmosfer tamam da dışarısında da neler olup bitiyor bir bakayım istedim. Şöyle olayları geniş perspektiften gören bir yer buldum kendime... Ve sotadaydım artık... Gelenler, gidenler, geri dönenler... Bir koşuşturmacadır gidiyordu... Tam stada giriş çizgisinde elindeki telsiziyle panik halinde stad müdürü Hamit Kaşeli... Gelene ağam gidene paşam... Biraz ileride belli ki, sosyetenin tam göbeğinden gelen birkaç çift yanaştı. G.Saray Başkanı Özhan Canaydın'ın selamıyla Kaşeli tarafından localara yol aldı. O sıralarda eski yönetici Abdürrahim Albayrak bir panik bir panik sormayın... Ben de sormadım zaten. Çünkü biliyordum sebebini! Ve tam o araya Turgay Kıran'ın misafirleri sıkıştı. Sayın ikinci başkanın, üç onur konuğu vardı. Hamit Kaşeli'ye "Bunlar benim değerli misafirlerim" dediği an yanında 20 tane beleşçi bitti. Ama konuklar Kıran'ın ricasıyla VIP'e yönelirken beleşçiler artık bir başka torpil aramaya koyuldu. Albayrak'ın kısa mesafedeki gergin turları devam ediyordu... Derken, TMSF'den yöneticiler bu kez ünlü bir gazetecimizin misafiri oldu. Ardından bir başka havalı bir grup, sonrasında iki genç sevgili ve biraz daha vakit geçtikten sonra da bir manken beyimiz bir başka G.Saraylı beyimizin misafiri oldu. Ulan bunlar nasıl zengindiler diye düşünesi geliyor insanın.... Alt tarafı bir maçtı ve o maça parasız girmek için can atıyorlardı. Albayrak'ın turları devam ediyordu. Ve geliyoruz hikayemizin en hüzünlü kısmına... Maçın başlamasına sadece 15 dakika vardı. 20 tane araba bir anda stadın kenarına yanaştı. Hepsinin de ayrı ayrı şoförleri vardı. Bu ne görkemli bir hayattı! Pek lüks değildi arabaları aslında. İki tekerlekten oluşuyordu... Ve içlerinden inemiyorlardı. Çünkü onlar sakattı. Ya da yeni söylemiyle 'özürlü...' Özür dileyerek yanaştılar stat müdürümüz Hamit Kaşeli'ye... Heyecanlı turlarını atan Abdürrahim Albayrak'ın da yardımını istemişlerdi ama onun "özür" dileyecek hali bile yoktu, görmedi, oldukça heyecanlıydı. Özürlü vatandaşlarımız Kaşeli'ye dert yanıyordu; "Biz karşı tribün kısmına gittik, kale arkasına gönderdiler. Fakat oradan da almadılar. Size gönderdiler. Tek bir G.Saraylı yönetici bizimle muhatap olmuyor. Fakat bir görevli buradan girmemiz gerektiğini söyledi." Kaşeli, kaşını kaldırmış imkânsızı oynuyor, "Almamız mümkün değil. Bana böyle bir talimat gelmedi. Ayrıca üç hafta daha özürlüleri maça alamayacağız. Eski açık tribün tamamlanınca" cevabını veriyor. "Ama efendim o kadar bedava girenler var..." "Yok kardeşim onlar yöneticilerin misafirleri..." Ve tartışma böyle uzayıp gidiyor... Ta ki, bir özürlünün, "Bırakın arkadaşlar, bizim gibi vatandaşlara bu kadar eziyet çektirenlerin Allah belasını verir" diye haykırmasına kadar... Ve özürlüler kalbi kırık biçimde, arabalarını geri vitese atmaya çalışıyor. Tam bu esnada Albayrak'ın gözlerinde büyük bir sevinç yumağı... Ekürisi, büyük dostu, hemşehrisi Mesut Yılmaz makam otosundan inip hızlı adımlarla özürlülerin arasından dalıp Albayrak'ın karşılamasıyla stattan içeri süzülüyor. Ve o an bilmiyorum nasıl bir duyguysa içimdeki, şöyle ses veriyordu bana; "Yandın oğlum G.Saray sen bugün..." O kalbi kırıkların ahını almak kolay mıydı bilmiyorum ama içimdeki o ses yanıltmamıştı beni... G.Saray gerçekten yanmıştı... Evet, onca ayıp saydık yazımızın başında... Ama bundan daha büyük ayıp var mıydı sorarım size?