G.Saray'ın iki düşüncesi vardı. Kayseri'yi yenip turu ve parayı yastık altı yapmak... Bu uğurda yabancı uyruklu talebeleri Gerets'e kadar çıkmış, söz vermiş: "Hepimizi oynat, Kayseri'yi yenelim işi garantileyelim. Sonra da bizi Erciyes'e götürme. Noel izni ver..." Gerets bu yüzden kupa kalecisi Aykut'u kesip, eldivenleri Mondragon'a verdi. Son günlerde yedekte tuttuğu Song ve İliç'i de ilk 11'de görevlendirdi. Ehh, yönetime de galibiyet halinde gelecek 250 bin dolar için elleri ovuşturmak kalıyordu. (İşte tam bu pozisyonda Sayın Canaydın'ı hayal etmenizi öneririm.) G.Saray bu sene elinde tek hedef olarak kalan Türkiye Kupası'nı istiyor. Ama bu iş sadece istemekle olmuyor. Ona bakarsan ben de hep Spor Yazarları Derneği İstanbul Şube Başkanı'nın Angelina Jolie olmasını istemişimdir. Hey hat!.. Neyse ki, Naci Arkan gibi yakışıklı bir başkanımız var. Ama G.Saray'da ne yakışıklı (!) bir oyuncu, ne de şanına yakışan bir oyun var. Şu takımı kulağından tutup büyük hedeflere götürecek ne bir başı, ne de başkanı var. Koskoca ilk yarı bitiyor, koskoca G.Saray'ın doğru dürüst ne pozisyonu, ne de göze hoş gelen bir hareketi var. İlk yarının tek rengi, Kayseri'nin Gökhan ve Bülent ve İlhan'la geliştirdiği hafif tatlı kontrataklarıydı... Geçen hafta ligde Bursa'dan tarihi fark yemesi gerekirken kazanan Cimbom, Kayseri karşısında da filmin devamını oynuyordu. G.Saray yine kötüydü ve kalesinde çuval dolusu pozisyon veriyordu. Ama her zaman akıllı tüccar olarak bildiğimiz Kayserililer, bu gece çok hesapsız davranıyor, pozisyonları bozuk para gibi harcıyor, her defasında topu Mondragon'a teslim ediyorlardı. Bakalım bu maçta da "atamayana atarlar" kuralı mı işleyecekti, yoksa çekirge bu defa vurulacak mıydı? İşte bu sorunun cevabı Tomas'ta saklıydı. Açıktan açığa öyle bir vurdu ki; futbolun adaleti yoktu işte... Yani çekirge yine sıçramıştı. Maçı da hemen arkamdaki Coşkun Özarı özetliyordu: "Çok şanslısın be Gerets..." Evet, gerçekten de şanslısın be Gerets...