Aşırı hızın insanların başına ne kadar büyük felaketler getirdiğini biliyoruz. Ama Beşiktaş, bu 'trafik canavarı'nın farkına varamadı. Geçen yılki şampiyonluğun ardından bu sene de ligin ilk yarısında en yakın rakibi Fener'e 11 puan fark attı. Bu 'hız'ın ölümle sonuçlanacağını kimse akıl edemedi. O kadar yükseğe çıkmış bir teknik direktörün, menajerin ve futbolcuların düşüşünün de kötü olabileceği hiç hesaplanamadı. Bu takımı bu kadar yüksekte tutabilmek için gerekli şartlar hazırlanamadı. Sonuçta Beşiktaş kendisine yenildi. Kendi büyüklüğü altında ezildi, kendi kibirine, kendini beğenmişliğine mağlup oldu. Oysa bu kadar zirvelerde olan bir takımın küçücük bir ayrıntıya da ihtiyacı vardı. Başkan Serdar Bilgili'den menajer Sinan Engin'e, Mircea Lucescu'dan futbolcularına kadar hepsi o 'küçük ayrıntı'yla yükseklerden daha yükseklere çıkabilir, böyle sert bir düşüş yaşanmayabilirdi. Neydi peki o 'küçük ayrıntı?' Tabii ki 'psikolojik güç'... Bunu ben değil, doktorlar söylüyor. Bakın ne diyor Psikolog Doktor Engin Atay; "Beşiktaş, bu kadar süratli gitmesinin sonrasında mutlaka bir kazaya uğrayacaktı. Uğramaması için nasıl ki bir arabaya 10 bin km. bakımı yapılıyorsa, bu aşırı yükselişte ve aşırı düşüşte olan futbol takımları için de geçerlidir. Hele hele bütün yolları kaygan olan Türkiye gibi bir zeminde bu gözden kaçırılmamalıydı. Ligin ikinci yarısı başlamadan önce Beşiktaş tam takım bir psikolog nezaretinde olmalıydı." İşte, Kartal'ın küçücük bir ayrıntıya gerek görmemesi nelere mâl oldu. Ama bütün problem de bu ihmalden oluşmuyordu tabii ki... Sadece bir tanesiydi... Zira bugün gelinen noktanın şüphesiz bir de 'kibir' yanı vardı... 'Kendini beğenmişlik, havalanmışlık, rehavet' vardı... En önemlisi de kadirbilmezlik vardı... İşin kötüsü ne biliyor musunuz? Son 1.5 yıldan beri Lucescu mazlumdu! Hepimiz ona G.Saray'dan kovulduğu için acıyorduk. Hatta Terim'e karşı zafer kazanması daha başarılı olması için birçoğumuz Lucescu'cu kesilmişti. Bunların arasında yöneticilik yapmış G.Saraylılar bile vardı... Hâlâ da var... Ancak Lucescu artık zavallı değil... O artık 'adamcağız' değil... Çünkü o artık önüne gelenle çatışan, güçlendikçe sataşan birisiydi... Ve Terim'e kurduğu üstünlük sonrasında ona karşı saldırıya bile geçti... İtalyan medyasına verdiği, "Ben ve futbolcularım özellikle Terim'e karşı çok daha iyi motive oluyoruz. Biz takımız G.Saray takım olmaya çalışıyor. Bizim yönetticilerimizle G.Saraylı yöneticiler arasında büyük farklar var... " şeklindeki demeci haddini aşan bir demeçti. Ve buram buram 'kibir' kokuyordu. Bu olayın bir de kalleşlik boyutu var tabii ki... Lucescu'nun 'intikam' uğruna G.Saray'ın ve Terim'in altını oyması... 'Adamcağız' öyle oymaya başladı ki, ona 'Adamcağız' yakıştırmasını yapan Terim aklını oynatmaya başladı. Lucescu giderayak geçen yıl Sergen'i götürdü G.Saray'dan... Sonrasında Emre Aşık'la bizzat görüşüp mukavelesi bitince bedavaya kaptı. Hadi buraya kadar normal diyelim... Peki bu sene yapılanlara ne demeli? Ne kadar inkâr ederse etsin gerçek şu; Ümit Karan ve Berkant'la bırakın telefonla görüşmeyi yüz yüze görüşerek akıllarını çeldi. İki futbolcu bugün her ne kadar G.Saray'ın sözleşmeli oyuncusu gibi dursa da aslında Beşiktaş'a çoktan transfer edildi. Şundan emin olun ki Terim, itiyle dalaşsa Lucescu ona bile sahip çıkar. İntikam hırsı Rumen'in gözünü bürümüş. O artık mazlum değil... Gerçek bir "Adamcağız..." Samsun hezimeti sonrasındaTürkiye'den 'kaçmak'tan bahsedecek kadar adamcağız. Adamcağızın biri bir gün İngiltere'ye gezmeye gitmek istemiş. Tabii ingilizce bilmediğinden arkadaşına sormuş: "Yahu ben İngiltere'ye gidince onlarla nasıl anlaşacağım?" Arkadaşı da, "Konuştuğun her cümlenin sonuna 'ing' koy. Onlar senin ne demek istediğini anlarlar" demiş. Ve adam İngiltere'ye gitmiş. Birgün kafede otururken arkadaşının taktiğini uygulamaya başlamış ve garsonu çağırmış: "Sen bana bir çay getirebiling?" demiş. Garson şaşkın bakışlarla çayını getirmiş. Adam demişki: "Bak, ben ne güzel İngilizce konuşuyoring değiling?" demiş. Garson lafı yapıştırmış: "Ben Türk olmaying, nah içerdin çaying!.." Evet sevgili Lucescu... 'Eğer biz Türk olmasaydık' demekten başka birşey gelmiyor elimizden... İntikam hırsı Rumen'in gözünü bürümüş... O artık mazlum değil... Gerçek bir "Adamcağız..." Ve zavallı Ümit Karan, zavallı Berkant... Eğer şu an için üçünüz de kendinizi mutlu hissediyorsanız hiiçç merak etmeyin... Birazdan geçer... İnanın ki geçer...