İki demirin sürtüşmesi gibi bir şeydi. Brezilya'yı bir an unutacak olursak, erken final de denilebilirdi. Çilingir ustalarının çok olduğu bir oyundu. Riquelme, Ayala, Crespo'ya karşı Ballack, Klose ve Podolski... Peh... Peh... Peh... Analar ne topçular doğurmuş! Aslında teknikle fizik gücün de karşı karşıya geldiği bir maçtı. Almanlar kapıyı zorlayarak, kırıp içeri girmek istiyor. Arjantin ise kibarcıktı. Ancak koskoca 30 dakika geçmiş, ortada ne kapıyı zorlayan ne de tıklayan vardı. Temkinli ve tertipliydiler. Erkenden bir gol yiyip, başlarına iş almak istemiyorlardı. Ama ne biz ne de Berlin Olimpiyat Stadı'ndaki seyirci o kadar değildi. Futbol, gol ve heyecan istiyorduk. Adına yakışır bir maç olmalıydı. Ama olmuyor, olmuyordu. İki takımın da geliş ve gidişleri ücretsiz tekne turları gibiydi. Derken koca bir devre de böyle gitti. İkinci yarıyla birlikte Avrupa'nın göbeğinde latin rüzgarları esmeye başladı. Çilingir ustalarından Riquelme tam adrese teslim topuyla Ayala'yı gördü. Ayala da ağları... Artık temkin memkin tertip mertip kalmamıştı. Almanlar kapıları nihayet tekmelemeye başladı. Gol; maçın yüzünü gözünü, boyunu posunu değiştirdi. O abidük gübidük olaylar yoktu artık. Maç içinde maç, oyun içinde oyun, heyecan oğlu heyecan vardı. Üstüne üstlük bu güzelliklerin uzatmaya gitmesi de işin cabasıydı. Fizik gücü ve teknik 120 dakika sonunda birbirine üstünlük sağlayamadı. Zafer, ne kapıları tekmeleyenin ne de tıklatanındı. Zafer penaltılarındı... Penaltılar da Almanlarındı... Bence Almanya bu maçı kazanmakla kalmadı, finale de kaldı!..