Beşiktaş; Mercedes, F.Bahçe; Murat 131, G.Saray; hani o 72 model tosbağalar var ya, motoru arkada... Marşa bastığında sabah sabah 'gıynn gıynnn' edip, bütün mahalleyi uykudan uyandıran... Nam-ı diğer; kaplumbağa... Çakar çakmaz çakmayan çakmak... Trabzon'la Denizli de 'aragazı'yla gidiyor... Yükseğe çıktılar ama kötü düşecekler!... Bu kesin... Bakmayın üç büyüklerin aralarına girdiklerine... Onların şampiyonluk gibi bir iddiası yok. Bu asla bir temenni değil, olamaz da zaten... Aksine Ligin tepesinde devamlı kalamadıkları için kızıyorum... İstiyorum ki ağacın tepesi envai çeşit Anadolu takımlarıyla dolsun... Malatya'sı da gelsin, Rize'si de, Elazığ'ı da, Samsun'u da... Fakat bir gerçek var ki, şampiyonluk yolunun üç yolcusundan birisi arabadan indi... Ya da kapı açıktı, fena düştü... Hem de 9 puan geride kaldı G.Saray... Şimdi diyeceksiniz ki, 1996-97'de de Fener'in 8 puan gerisine düşüp şampiyon olmuştu. Ben de diyorum ki, o takımla bu takım arasında, o günkü ortamla bugünkü ortam arasında, o zamanki Terim'le bu zamanki Terim arasında fark var, farkoğlu farklar var. Farkı farketmek için buyrun Salı Pazarı dolmuşuna binelim, Florya'daki ortamı gezelim. Önce Güngören minüsüne binip Yahya Baş'ta inelim... İstanbulspor-G.Saray maçının devre arasındayız. Bir zamanların G.Saray'daki menajeri Adnan Sezgin'le ayaküstü takılıyoruz. (Unutturmayın, bir fıkra anlattı sonra size de anlatayım.) Sonrasında yanımıza başkan Özhan Canaydın geliyor. Ve Adnan Sezgin, muhabbete kestirmeden giriyor. Beni gösterip, Canaydın'a, "Özhan bey, Engin bizim zamanımızda yasaklıydı, yaptığı haberler yüzünden Florya'ya girmesi yasaktı. Şimdi sizinle durumu nasıl?" diye sordu. Canaydın tek kelimede cevap verdi; "Değişen hiçbir şey yok. Şimdi de yasaklı..." Aslında çok önemli birşeyi özetlemişti sayın Canaydın!.. Florya yasaklar bölgesiydi çünkü... Engin Atay'dan tutun da başkan Özhan Canaydın'a bile yasaktı Florya... Medyanın da itelemesiyle imparator Terim'in koyduğu bu yasak Canaydın'ı Mecidiyeköy'e sürükledi. G.Saray başkanı, Fatih Terim rahat etsin diye pılını pırtını topladı ve Mecidiyeköy'deki şirket binasına taşındı. Şimdi tesislere haftada bir gelebiliyor. Peki yasaklı olan başkaları da yok muydu? Vardı tabii ki!.. Orada yeni yetmeler konuşamaz... Eskilerin dışında hiçbirinin söz hakkı olamaz... Gördüğünüz gibi Hakan Şükür gol attıktan sonra Pinto'su olsun, Petre'si olsun gelip de 'Kral'a sarılamaz. Aksi taktirde elinin tersiyle iter de gösterir dünyanın kaç bucak olduğunu!.. Ve o Pinto, o Petre milyonların önünde sevinç gösterisini 2 metre öteden seyreder. Yemekhanesinde bile masaları, sandalyeleri ayrıdır eskilerle yenilerin... Bir tarafta imparator ve eski talebeleri öbür tarafta diğerleri... Terim'le de öyle samimi olmak ne haddine genç neslin!.. Berkant'ı, Murat'ı, Ömer'i, Terim'in gözünün içine bakar da selam vermek için sonra dut yemiş bülbüle döner sevgi göremeden... Espri yapmak için bile 2000'li olmaya bağlıdır. UEFA Kupası finalini oynamışlarla televizyondan izlemişler arasındaki fark 'yasaklar ülkesi' Florya'da en acı şekilde hissedilmektedir şu sıralar... Öteden beri Fatih hocanın bir hayali vardır; iki takımlı G.Saray... Evet Florya'da artık iki takım vardır. Ama birbirini sevmeyen iki takım... Bir tarafta UEFA Kupası şampiyonları diğer tarafta çömezler... Ben diyorum ki... Fatih hocam gel sen bu iki takım hayalinden vazgeç... Unutma, G.Saray o UEFA Kupası'nı alırken tek takım, tek yürekti... Bugünkü şartlarda görünen o ki, G.Saray'a iki takım ağır geliyor. Aileyi babalar ayakta tutar... Terim unutmasın ki, baba matematiksel olmalı... Sevinci çarpmalı, üzüntüyü bölmeli, geçmişi çıkarmalı, yarını toplamalı, kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı, işi bitince bir tarafa atmamalı... 2000'deki takımın patronu da Terim'di, 2003'tekininki de Terim... Ben hâlâ iddia ediyorum, Terim daha ölmedi... "Rahmetli de sollardı" diyebilmesi için, insanın aptal olması lâzım... Terim, kafasına koymuşsa kaplumbağayı bile koşturur. Tek yürek, tek vücut, yekvücut... Haa, sahi Adnan Sezgin'in fıkrasını unutuyordum. Felsefe hocası, yılın son sınavını yapmak için sınıfa girmiş... Bütün öğrenciler acayip heyecanlı, hepsi merakla soruları bekliyor... Hoca sınıfa şöyle bir bakmış, derken sandalyesini kaptığı gibi kürsünün üzerine koymuş; "İşte 100 puanlık tek soru" demiş... "Bana bu sandalyenin varolmadığını ispat edin..." Hızlı hızlı yazanlar, harıl harıl düşünenler derken, aralarından biri kâğıda tek bir cümle yazmış ve 100 puanı alan tek kişi olmuş; "Hangi sandalye?.." Pardon, siz hangi G.Saray'dan bahsediyorsunuz acaba?