Oy oy ooyyyy... Cüneyt Çakır düdüğü çaldı, ortalık yangın yerine döndü... Şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü... Topun şakası yok. Bir o kaleyi kokluyor, bir öbürünü yokluyordu. 10 dakika içinde trilyonlarca pozisyon vardı. Bu arada Sabri'nin Burak'ı arkadan dürtmesine, Cüneyt de düdüğünü dütlemeliydi... Es geçti, ama pozisyon kesin penaltıydı. Tempo öyle yüksekti ki, daha 20'de hepsi soluk soluğaydı. İnamoto'nun kulübeden bir su isteyişi vardı ki, içi yanıyordu. Koca şişeyi başına devirdi. Bir de gusül alsaydın bari... Dakikalar ilerledikçe Beşiktaş'ın G.Saray'a göre sanki bir - iki gram fazlalığı vardı. Daha marjinal düşünüyorlardı. Daha kültürlüydüler sanki. Ama futbol gol demekti. Gol marjinallikten başlar, kültürden çıkardı. Ümit'in fileleri bulan penaltısı da öyle bir şeydi işte. Beşiktaş yenik duruma düşünce bir anda kaba - saba bir adam oluverdi. Sinirler gerildi, işi kavgaya dönüştürdü. Kartal artık ne yapmalı ne etmeliydi? Takım ileri çıktıkça kontra yiyordu. Yesin, afiyet şeker olsundu ama Tigana, Aslan'ı yemiş mideye indirmiş gibi çekip çeviriyordu kürdanı! Oysa maçı çekip çeviren G.Saray'dı. Belli bir süre oyunu kontrol altında tutan Cimbom, son yarım saatte içine kapanmaya başladı. İnamoto'nun sürekli çuvallaması, orta sahayı elden ayaktan düşürüyordu. 70'ten itibaren maç Beşiktaş'la Tomas ve Song arasında geçmeye başladı. Kartal, Aslan kalesine pike yapıp duruyordu. Delgado'yla Gökhan'ın oyuna girmesi Beşiktaş'ı daha da "güleç" yapmıştı. Ama gol gelmiyor, Cimbom direniyordu... Bordeaux maçıyla Avrupa'da pabucun pahalı olduğunu gören Cimbom, yine ligi mi deniyordu ne? Onca "beraberliğin" ardından artık "birlik" de sağlanmıştı işte. F.Bahçe'nin puan kaybettiği haftada bu üç puan şampiyonluk pozu gibi bir şeydi galiba. Altı hafta da üçüncü yenilgisini alan Beşiktaş'ta ise esrarengiz perde bu yıl da aralanmayacak gibi gözüküyor...