Herşey renk kavgasıyla başladı... Trabzonspor'un rengini tutturmak pek de kolay olmadı... Bir kavle göre uzun yıllar süren İdmanocağı - İdmangücü rekabetinde sarı - kırmızı ve yeşil - beyaz renkler hakimdi. 1960'lı yıllarda Trabzon şehri öylesine ikiye ayrılmıştı ki; Ocaklılar, sarı - kırmızı diye G.Saray'ı, İdmangücülüler de yeşil - beyaz renklerine rağmen F.Bahçe'yi destekliyorlardı. Ama bu iki kulübün birleşmesinden doğacak olan Trabzonspor'un renkleri bu renklerin dışında olmalıydı. O tarihlerde renk için geceli gündüzlü toplantılar düzenlendi, kemençeler çalınıp, horonlar tepildi... "Ağırlığınca altın"dan tutun da, "Kim 500 milyar ister"'e kadar çeşitli yarışmalar düzenlendi... Temel'den Dursun'a, İdris'ten Fadime'ye herkesin kapısı çalındı, fikri soruldu. Beşinci toplantıda her şey bitecekti. Artık halkın sabrı kalmamıştı. Bir sabah vakti İdris, balıktan dönerken, "Euruka... Euruka...", yani "Buldum oni... Buldum oni..." diye bağırmaya başlamıştı. Newton yer çekimini, İdris de aranan rengi bulmuştu işte... Halk, onun açtığı yoldan ilerleyip, Karadeniz'in sembolü olan hamsi üzerinde incelemeler yapmaya başladı. Hamsinin pullarındaki gümüş mavisi rengi ve gözlerinin bordosu pek fiyakalıydı doğrusu... Böylece günlerdir şehirde süren renk kavgası sona ermiş ve Trabzonspor, bordo - mavi renklerine kavuşmuştu. Ama kavgalar bitmek tükenmek bilmiyordu... Trabzonspor "gol" bulmadan "yol" buluyordu... Trabzon insanının alın yazısı olan "gurbetçilik" bütün şehrin ve dolayısıyla Trabzonspor'un önüne set çekiyordu. Ekmek kavgası için gittikleri büyük şehirlerde Hasan Polat ve kardeşi Ali Polat G.Birliği'nde, Selim Satıroğlu, Ahmet Karlıklı G.Saray'da, Taka Naci, Zekeriya Bali F.Bahçe'de, Nazmi Bilge Beşiktaş'ta yıldız futbolcu olmuşlardı. Bugün İnter'de top koşturan Okan, Emre, Blackburn Roverslı Tugay bile şüphesiz hâlâ süregelen o göç döneminin ayak izleridir... Ama bu iki kuşak arasında yaşayanlar tam manasıyla birer kahramandılar... Şenol - Turgay, Necati, Kadir, Cemil - Tuncay, Bekir, Ali Yavuz - Ali Kemal, Necmi, Hüseyin Tok... Ve liderleri A.Suat Özyazıcı... 12 dev adam... Ser verdiler şehri terketmediler. Doğdukları Trabzon'a 6 şampiyonluğu miras bıraktılar... Göçü tersine çevirdiler, sadece İstanbul'u değil, Türkiye'yi Trabzon'a taşıdılar... YILMAZ MİLAT OLDU Oysa şimdi o koca çınarın yerinde yeller esiyor... Bir şehir, bir şehrin asıl ve asil eşrafı... Ve onun "Yılmaz" bekçileri ve futbolcu diye getirilen içi geçmiş yabancıları yüzünden trilyonlar boşa, şampiyonluklar yokuşa sürülmüştür... Mehmet Ali Yılmaz'dan önce... Mehmet Ali Yılmaz'dan sonra... İşte bütün mesele burada. Lider yalnızca doğruyu yapar. Gerçekçidir, hayâl dünyasında yaşamaz. Endişelerini kontrol eder... Onun başkanlık koltuğuna oturduğu 1982 yılı koca bir şehrin makus talihi oldu. Özkan Sümer'in ise tek doğrusu onu indirmesiydi. İkinciyi bilen varsa beri gelsin. Zaman ne çabuk da geçmiş... Takvimler 2000'li yılları gösteriyor... Ve ben şimdi Briegel'i dinliyorum... Gözlerim kapalı; "Trabzon'u düşürmeyeceğiz..." Dünyadaki bütün Dursunlar, bütün Temeller, bütün İdrisler, Fadimeler, Hasanlar, Mehmetler, anneler, babalar, halalar, dayılar... "Trabzonlu'yum" diyen bütün yöneticiler, topçular, popçular, overlokçular, muhasebeciler, gazeteciler, ofisboylar, gerber kullanabilen, kalıp çıkarabilenler... Trabzon hasta... Trabzon muhtaç... Trabzon yardım istiyor... Ve ben Briegel'i dinliyorum, gözlerim kapalı...