Uçun kuşlar Celaliye'ye

A -
A +

Her Fener mağlubiyetinin ardından Yılmaz Akay'ı kızdırmak, Şekip Hazar'ı sinirlendirmek en büyük zevkti... Bir an önce hastanedeki işlerimi halletmek, A.Gücü-Fener maçı için Spor Servisi'ndeki yerime kurulup, maçın havasına girmek istiyordum... Bu yüzden de aniden fenalaşarak hastaneye götürdüğüm sevgili babamın tedaviye çarçabuk cevap vermesini bekliyordum... Belli ki, heyecanlı bir maç olacaktı. Ve bol gollü... Üstelik bu fırsat kaçmazdı... Ankara'nın elini çabuk tutup, Fener'in başına çorap öreceği apaçık ortadaydı... Şartlar tamamen bu yöndeydi... Ersun Yanal kendisiyle oyun oynayanları elbette affetmeyecekti... Üstelik ona tercih edilen Lorant, Fener'i daha toparlayamamıştı bile... Başkentli istim üstünde... Başkentli onur peşindeydi... Hani bu arada doktorlar da sinirimi bozmuyor değildi... Elini çabuk mu tutmuyorlardı ne? Yoksa babam mı inat ediyordu?.. Fener'in Ankara'da bir azizliğe uğrayacağı besbelliydi... Fakat babam... İyileşmeyi aklınının ucundan bile geçirmiyor gibiydi... Cuma gecesiydi... Vakit çoktu... En azından Cumartesi akşamı saat 20.45'e kadar Allah'ın izniyle bir taşla iki kuş vuracağımı biliyordum... Hem Hazar'la, Akay'ı kızdıracak, hem de babamla eve dönmüş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayacaktım. Ama karışık bir haftaydı... Hayatla ölüm içiçe gibiydi.... Hareketle hareketsizliğin düğüm düğüm olduğu... Ve belki de yeni çizgilerin eklendiği... Cuma gününün son saatleriydi... Geceyi hastanede geçirmiş de olsam gündüz maça kadar bin defa dinlenirdim elbet... Bu maça yürek mi dayanırdı, sağlam gelmeli, kondisyon mükemmel olmalı idi... Hadi naz yapma baba... Fener'den beter ettin kendini... Silkin ve kendine gel artık... Kalk, omuz omuza birlikte, çıkalım şuradan, hadi...  Uyuya kalmışım hastanede... Güzel bir sabah ezanıydı uyandıran... Tatlı bir huzurla birlikte hafif bir ürperti de veriyordu yüreğime... Kalktım... Saate baktım 06.15 idi... Babamı öpmek sonra da bu güzel ezanlara ayak uydurmak istedim... Sabah namazı kılmalıydım... Ama önce babamı da şöyle esaslı bir öpücükle uyandırıp, yeni günün uğurlu olsun demeliydim... Yanağına sıcak bir öpücük kondurdum... Ve gözlerini açıp bana, "Oğlum..." dediğini duyar gibi oldum... Ama bedeni soğumuş, korku indirmişti yüreğime... Yoksa bana oğlum dememiş miydi?.. Evet, kendimi bile kandıramamıştım... Ve, ilk defa konuşamadı benimle... Ölümün şakası olmaz baba... Sen şakalardasın yine... Aynı başucunda Kur'an-ı Kerim okuyan annemin dediği gibi; "Baban uçan kuşu bile güldürür oğlum" derdi... Ya, baba, bak kuşlar uçmuyor artık... Rüzgar da yok... Hadi naz yapma kalk artık baba... Nafile... İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Acı gerçek... Karışık bir haftaydı... Yaşamla ölüm içiçe gibiydi.... Hareketle hareketsizliğin düğüm düğüm olduğu... Ve belki de yeni çizgilerin eklendiği... Bazı bumeranglar geri gelmez... Özgürlüğü seçerdi... Karışık bir haftaydı... Ve hızlandırılmış... Herşey çarçabuk olsun diye yaşanan haftalardan biriydi... Üç günde bir maç trafiği... G.Saray'ın Fener'e 8, Beşiktaş'a 3 puan fark attıktan sonra, Denizli'de beraberliğe razı olup, 2 gün içinde puan farklarının kapanması, ve ardından yine açılması... Celaliye'deydim... Hastane dönüşü babamı eve değil, toprağa bıraktığım köyümde... Televizyonda maç mı vardı ne? Saat akşamın 20.45'iydi... Bir kahvehanenin kıyısından geçerken gözyaşlarıma karışan bir sesi duyar gibi oldum; "Evet sayın seyirciler... Maçın sonucunu tekrar ediyorum: A.Gücü: 3 F.Bahçe: 2..." Şekip Hazar düştü aklıma ve beraberinde Yılmaz Akay... Gözyaşlarıma karışan garip bir duyguydu yaşadığım...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.