Ya devlet başa...

A -
A +

13 yıldır G.Saray yazıyorum.. Artık haber için Florya'ya gitmeye gerek yok. İşler oturduğum yerden de yürüyor... G.Saray haberleri şah damarımız kadar yakın... Florya, Manyas Kuş Cenneti gibi. Antenleri oraya doğru çevir yeter. Muhabir başına ortalama üç kuş düşüyor. La Gazetta della Sport muhabiri bile çaycı Vahit'in hangi marka çayı kullandığını biliyor... Eskiden Terim'in hiç hazmedemediği şey haber sızdırılmasıydı. Az mücadele etmemişti. Şimdi sızdırmak ne kelime kovalarla, fıçılarla akıyor. Bunu medyanın Terim'e karşı kazandığı büyük bir zafer olarak görmüyorum... Ama G.Saray yönetiminin Terim'e karşı büyük saygısızlığı olarak yorumlayabilirim... Terim üzülmüyor mu bu duruma? Üzülmek yetmez kahroluyor... Ekürim Mustafa Karagöl bir gün Fatih hocadan haber getirdi; "Söyle o konserveci Engin'e oturduğu yerden haber yapmasın, gelsin..." Hani derler ya; "Hocanın dediğini yap yaptığını yapma". Florya'ya gittim... G.Birliği maçı öncesiydi... Terim beni idmanda görünce 6-0'lık Fener maçındaki şokun aynısından yaşadı... Çek bir şok buz gibi olsun... "Hoşgeldin mutfakçı" diye sıktı elimi... Ve uzun süredir yakın olamadığım Fatih hocaya 10- 15 santim yaklaştığımda felaketi gördüm... Terim o Terim değildi... Yüzündeki çizgiler kalınlaşmış, acılar, sıkıntılar sınır ihlali yapmış... Yerimde olsanız küfür ederdiniz... Ama kime? Terim'i bu hale getirenlere... 2000 yılının ılık bir Mayıs gecesiydi... Mevsim artık ilkbahardı... Terim, bir söz sarfetmişti biz G.Saray muhabirlerine... Biraz komikti o gün itibarıyla; "Artık hasat zamanı..." demişti hoca... "Karınca gibi bütün kış, yağmur, çamur demeden çalıştık... Şimdi kupaları toplama zamanı..." Ve eklemişti; "Çocuk dünyaya gelmek üzere. 9 aylık çalışmanın karşılığı nurtopu gibi bir UEFA Kupası..." O gülümserken, biz kahkahayı basmıştık arkasından; "Nee UEFA Kupası mı?.." Amma velâkin son gülen iyi gülerdi... Öylesine bereketli bir seneydi ki... Topla topla bitmiyordu... G.Saray, ligi, kupayı, Cumhurbaşkanlığı'nı ve UEFA Kupası'nı toptan götürdü... 2000 yılının ılık bir Mayıs gecesiydi... Ama mevsim ilkbahar değildi... Popescu'nun son vuruşu Avrupa şampiyonluğunu getirmişti getirmesine ya, baharı kışa dönmüştü imparator ve o ağlıyordu?.. Herkesin çılgınlar gibi eğlendiği saatlerdi... Zafer, Türkiye, KKTC ve dış temsilciliklerimizde kutlanıyor, heykeller dikiliyordu. Soyunma odasında dört kişiydiler; Terim, Erkasap, Ünder ve Özaltındere... Sessiz ve tedirgindiler.. Göz göze geldiler... Çıt yoktu... Harp bitmişti... G.Saray kazanmıştı ama ya onlar? Dışarda yaşanan koca bir gürültüydü... Onların yaşadığı ise hüzün... Danimarka son noktaydı artık... Gözleriyle birbirlerine baktıklarında aslında, dışardakinden daha büyük gürültüler kopuyordu yüreklerinde... Kopuyordu kopmasına ya, birbirlerine telâfuz edemiyorlardı... Neden sonra tok ama üzgün bir ses yankılandı... İmparator bütün vakarını toplayıp; "Bittik değil mi?.." dedi.. Ve üç arkadaşının yaptığı sadece başlarını sallamak oldu... "Evet bittik..." Alınlarının teri kurumamıştı bile... Kötü akibet kaçınılmazdı... Başkan ve adamları onca savaşlardan zaferle ayrılan imparatoru Hitler ilân etmişti... Aksi, uyumsuz, sert, geçimsiz, kibirli... Terim ve arkadaşları savaş suçlusuydu... Ya devlet başa ya kuzgun leşe... Danimarka'da zaman durmuştu adeta. Kopenhag kriterleri denilen bu olmalıydı herhalde... Bütün hasat bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş... Büyük bir geminin batmasi için küçük bir delik yeterliymiş... Sevgili Fatih hocam... Manyas Kuş Cenneti'nin tarif ettiği ölçülerde 'mutfak'tan size sunduğumuz nostaljik bir yemekti bu satırlar. Yerken lütfen biraz da uzaklara dalarak ve düşünerek çatalı masaya üç kere vurur musunuz? Zira, ya devlet başa ya kuzgun leşe...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.