Kadın irkilerek kaldırdı kafasını. Dudaklarındaki tebessüm düz bir çizgi halini almıştı. Çağla yeşili gözleri iri iri açıldı: - Tabii, tabii kalacak. O benim yavrum, Cem'im benim... yoksa... Yoksa geri mi göndermeyi düşünüyorsun Suphi? Adam başını salladı iki yana: - Hayır hayatım, tabii ki hayır... Haber vereceğim ve velayet işlerini halledeceğiz hemen. Bu kararımızı teyit etmek istedim. Hemen verdikleri numarayı arayayım, işlemleri bitirelim. Uzatmaya gerek yok... Yutkundu. Ayağa kalktı, küçük çocuğun başına dikildi: - Bir de mürebbiye tutmamız gerekecek. Yoksa sen başa çıkamazsın bu gibi işlerle. Hemen gazeteye ilan verelim, gelsinler, mülakatı sen yap. Seç içlerinden, sonra seçimi birlikte yapar kararı veririz. Ne dersin? Şahane hanım heyecanla atıldı: - Bütün bu işleri hemen bugün halletmelisin Suphi... Artık beklemeye, boşa vakit geçirmeye tahammülüm yok. Her şeye baştan başlamak istiyorum, her şeye... Adam sakin bir şekilde telefona doğru yürüdü. Cebinden bir gün önce Mehmet'in verdiği numaranın yazılı olduğu kağıdı çıkardı. Ahizeyi kaldırıp yavaş ve dikkatle çevirdi numaraları. Karşı tarafın açmasını beklerken gözleri hâlâ küçük Ümit'te#di. Sonunda açıldı telefon: - Alo, iyi günler beyefendi, ben Suphi Cevat Güngören... Mehmet beyle görüşmek istiyordum. Karşıdaki cızırtılı ses bütün gücüyle bağırdı: - Mehmeeet! Gel bakayım, bir çelebi seni istiyor, Güngörmüş mü ne!.. Çok geçmeden Mehmet'in sesi duyuldu: - Alo? Buyurun Ben Mehmet? - Mehmet bey, iyi günler dilerim... Ben Suphi Cevat. Biz kararımızı verdik. Lütfen velayet işlemleri için gelebilir misiniz Yakup beyle birlikte. Ben de imzalar atıldıktan sonra paranızı takdim edeyim... Mehmet'in heyecanlandığı ses tonundan belli oluyordu. Kekeledi: - Biz... Tabii... şey... hemen, ben Yakup ağabeye haber vereyim. Hemen geliriz. Telefon ederim size... Cevat bey kibarca mırıldandı: - Bekliyorum efendim, iyi günler... Telefonu kapattı. Karısının meraklı gözlerini rahatlatmak için: - Gelecekler. Beni arayacak. Öteki adama haber verecek tabii. Yani şeye... Başıyla Ümit'i işaret etti: - Şeyine... babasına... Şahane hanım yay gibi incecik kaşlarını kaldırdı, biraz sert bir sesle bağırdı: - O da ne demek Suphi? Onun babası sensin... Başka kimse değil... *** Bütün cenaze işlemlerini Hüsamettin yaptırmıştı. Döndü ise kamyonetin içinde, Zehra ile birlikte beklemişti. Sonunda morg kapısından kucağında küçücük bir paketle göründü adam. Döndü dudaklarını ısırdı üzüntüyle. Yan gözle Zehra'ya bakıp onun elini tuttu yavaşça sanki güç vermek istermiş gibi. O anda fark etti Zehra, kızının naaşının geldiğini. Boğuk bir hıçkırık yükseldi yüreğinden dudaklarının ucuna. Orada sanki bir kutunun içine sokulup ağzı kapatılmışçasına nefessiz kaldı ve sessizce dışarı çıktı. Bu hıçkırığın tek belirtisi sanki bardaktan boşanırcasına süzülen yaşlardı yanaklarına. Hüsamettin başka bir zamanda insana komik gelecek bir ciddiyet içinde yerleştirdi kamyonetin arkasına küçük bedeni. Hemen atladı şoför mahalline: - Bir sanduka bile alamadık yahu, yuh olsun bize... Bu memlekette ölmek bile para! Döndü biraz da kinayeli bir tavırla: - Yakup'un cebinde para vardı sabah. Gözümle gördüm... Zehra irkildi. Hiç konuşmuyordu ama konuşulanların farkındaydı. Sabah akşam aldığı alkolün etkisinden ayılamamıştı Yakup. Hüsamettin tiksinerek bakmıştı onun leş gibi uyuyan yüzüne: - Bırakın şu haysiyetsizi yahu... Yürüyün hanımlar, biz gider hallederiz gerekeni... DEVAMI YARIN