GÜLBAHAR

A -
A +
Nasıl vereceklerdi ölüm haberini?!. Artık kabul etmek istemeseler bile acı gerçek bir şamar gibi inmişti beyinlerine. Şimdi bundan sonrasını düşünmeye başlamışlardı bile... Bekir hemen aşağıya inerek bundan sonra cenazeyi alabilmek için ne gibi bir prosedürün işleyeceğini öğrendi. Ertesi günü alabileceklerdi zavallı Nevin'in naaşını. Artık orada kalmaları için bir sebep yoktu. Genç yaşında, yaşadığı mutsuz bir hayatın ardından dünyaya veda eden kadının yattığı odadan eşyalarını topladılar. Haluk taşıdı bavulu arabaya. Bir yanda annesine hakim olmaya çalışıyor, bir yandan da bagajı açıyordu. Bekir bey ise bırakmıştı gözyaşlarının dizginlerini. Yağmur gibi süzülüyordu yaşlar uzamış, tıraşı gelmiş sakallarının arasına. Saadet hıçkırarak konuşmaya çalıştı: - Ameliyata girmeden konuştu benimle. Gülbahar için... Yutkundu. Boğazına çöreklenen hıçkırık çıktı cümlesinin tam orta yerinde boğuk bir şekilde. Sonra devam etti: "Babasını bulun ve babasına verin" dedi. "Yalnız kalmasın" dedi. Bulacağız o adamı. Bu Nevin'ciğimin son arzusu. Söz verdirdi bana. Bir şekilde Gülbahar'a anlatacağız gerçeği. Haluk motoru çalıştırarak hareket ettirdi arabasını. Dikkatle yolu kontrol ederken söylendi: - O kızcağızın yerinde olmak istemem doğrusu... Bakir arabaya bindiğinden beri ilk defa konuştu bu sözün üzerine. - Kim ister ki?.. *** Nevin'in oturduğu evin önünde durdukları zaman Saadet adeta inledi: - Ah! Geldik işte, nasıl verilir bu haber Ya Rabbim! Bekir bey üzgün bir sesle karısına döndü: - Mecburuz Saadet, söylemek zorundayız. Hayat bu... Hayatın acı yüzünü de görmek lazım. İnsanız ve her şey bizim için... Haydi bakalım... Gidelim. Üçü birden sanki geçen süreyi uzatmak istermiş gibi ağır adımlarla çıktılar merdivenleri. Haluk cesaretle çaldı zili. Çok geçmeden açıldı kapı. Gülbahar karşısında Haluk'u görünce başını eğdi utanarak ama gizli bir memnuniyetle: - Ah, Haluk ağabey! Hoş geldiniz... Genç adamın arkasında allak bullak olmuş Saadet hanımı ve Bekir beyi görünce biraz tedirgin, biraz şaşkın bir şekilde baktı üçünün de yüzüne sanki bir şeyler açıklanmasını beklermiş gibi. Birkaç saniye önceki gizli memnuniyetinden eser kalmamıştı. Bu arada Bahar da mutfaktan çıkmış, korku dolu gözlerle gelenleri izliyordu. Bekir acı dolu bir gülümseme ile ilerledi antrede: - Geldik işte... diyebildi sadece. Gülbahar fısıldar gibi sordu: - Ne oldu? Ne bu haliniz? Saadet hanım bir şeyler söylemek ister gibi atıldı ama boğazında nereden geldiğini bilemediği bir yumruk inanılmaz bir hızla yerleşivermişti. Boğuk bir ses çıkabildi sadece dudaklarının arasından. Bekir ise kendini kaçarcasına oturma odasına atmıştı. İş Haluk'a düşmüştü. Genç adam: - Gel Gülbahar, sana söylememiz gereken bir şey var... diyerek içeriye çekti titreyen minik vücudu. Genç kız fevkaladeden bir durum olduğunu anlamıştı. Ama ölüm acısını asla konduramıyor, başka bir şeyler bekliyordu. Sonunda beynine bir balyoz gibi inen hakikat genç avukatın dudaklarının arasından döküldü: - Doktor elinden geleni yaptı Gülbahar! Ancak... O anda karardı dünya... Bir dönme dolap gibi döndü her şey. Karanlıklar içinden korkunç çığlıklar duyuldu. Korkunç yaratıklar hücum etti genç kızın üzerine. Çaresizce kurtulmak için çırpındı. Bir boşluğun içine yuvarlandığını hissetti. Korkuyla bağırdı: - Anneee!!! Evdeki herkes koşuştular genç kızın başına. Saadet çırpınıyordu: - Bayıldı, aman ya Rabbim bayıldı, bir doktor çağıralım Bekir, Haluk, koşun aslanım, bayıldı kız... Evdeki diğer komşular da doluşmuştu. Bahar'ın kocası bir köşede, duvara yaslanmış ağlıyordu için için. Nevin'i kendi kızı gibi severdi. Onun her akşam ve her sabah güler yüzüyle verdiği "hayırlı günler" dileyen selamlarının kendisine uğur getirdiğine inanmıştı. Küçüklüğünü bilirdi Nevin'in. Daha Gülbahar kadar bile yoktu tanıdığı zaman. Diğer komşular ise zavallı kadının iyiliklerinden bahsetmeye başlamışlardı bile. Saadet ile Bahar genç kızın başında bileklerini kolonyayla ovuyor, yüzüne su serpiyorlardı. Haluk ise hemen fırlamıştı bir doktor bulmak için. Çok geçmeden bir dahiliyeciyle birlikte girdi kapıdan içeri. Olanları yolda anlatmıştı doktora. Adam hemen etrafındaki kalabalığı boşalttı genç kızın. Sonra dikkatle muayene etti. Hâlâ baygındı Gülbahar. Dişleri birbirine kenetlenmiş, yumrukları sıkılmış yatıyordu. Uzun bir çabalamadan sonra kendine getirebildi. Genç kız şaşkın bir şekilde baktı çevresine. Gözleri Saadet'in perişan olmuş yüzüne takılınca boğuk bir feryat döküldü dudaklarından: - Annem, annem öldü Saadet teyze, anneciğim öldü... * DEVAMI YARIN Yazan: FERDA İLHAN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.