GÜLBAHAR
7 Mayıs 2001 01:00
Yılların yorgunluğu vardı üzerinde...
Gözünün önünden film şeridi gibi geçip gitmişti bütün yaşadıkları. Zaman zaman yaşardı böylesine geri dönüşleri. Sanki bir hesaplaşmanın içine girmiş gibi baştan alırdı hayatını. Arada bazen hatırlamadıklarını hatırlar, bazen de aklından çıkartamadığı şeylere takılır kalırdı. Saatine baktı telaşla... Gülbahar gerçekten haklıydı. Geç kalmıştı. Aceleyle fırladı evden. Otobüs durağına doğru koşar adımlarla ilerlerken tam on sekiz senedir bu koşuşma içinde olduğunu düşünüp gülümsedi. Seneye emekliliğini alacaktı. Evlenmeden önceki bir yılını da ekleyince yirmi senesini tamamlamış oluyordu. Bir kanun çıkmıştı yenilerde ama pek etkilemiyordu Nevin'i az süresi kaldığı için. Emekliliğini aldıktan sonra da devam edecekti çalışmaya. Kırk yaşına gelmişti ama genç sayılırdı. Yılların yorgunluğu erken yıpratmıştı kırık yüreğini ve bedenini ama yine de artık olaylara eskisi gibi katı bakmaktan vazgeçtiği için, hayattaki tek amacının kızının mutluluğu olduğu için yaşama gücünü buluyordu. Yalnız son günlerde tuhaf bir mide ağrısı başlamıştı. Her sabah ağzı kuruyor, kahvaltısını güçlükle edebiliyordu. Sanki içinden başka birisi yediklerini geriye itiyordu. Geceleri midesinin kasıldığını hissediyor acıyla kıvranıyordu. Saadet'le son karşılaşmalarında bu şikayetlerinden bahsetmişti. O da:
- Ayol, gidelim sigorta doktoruna, görünelim, benim de gitmem lazım. Belimin ağrısından duramıyorum ayakta, demişti. Sözleşmişlerdi hafta içinde doktora çıkmak için.
"Yaşlanıyorum artık, ağrılar, sızılar başladı..." diye geçirdi içinden. İşyerine geldiği zaman ağrısı iyice artmıştı. Bu işi uzatmanın anlamı yoktu. Mümtaz bey gelir gelmez şikayetini söyledi. Hemen vizite kağıdını aldı. Bekir de bu arada karısına telefon etmişti. İki kadın dispanserin önünde buluşmak için sözleştiler. Saat dokuz buçuktu bürodan ayrıldığında. Ağzına midesinden ekşi sular geliyordu. Hemen dolmuşa atlayıp dispansere geldi. Saadet çoktan gelmiş bekliyordu.
- İyi oldu kız Nevin, bugün işim yoktu. Artık kıpırdayamaz oldum. Bir kere gittiydim, kemik erimesi başlangıcı demişlerdi. Bizim yaşımızda olurmuş hep. Tedavi lazımmış. Pek üstünde durmadıydım. Yanlış yapıyoruz, bizim milletimiz kadar kendine az önem veren başka millet yoktur. Senin suratın da sapsarı ayol.
- Kötüyüm Saadet abla, hiç iyi değilim ki ben. Midem bir felaket.
Aceleyle danışmaya gidip numara aldılar. Koridorda sıralanmış tahta bankların üzerinde beklemeye başladılar...
Öğleden sonra sıra geldi ikisine de. Önce Saadet hanımı dinledi doktor. Daha önce söylenenleri söyledi. İlaç verdi. Mutlaka bir kemik dansitometresi çektirmesi gerekliydi. Gereken havaleyi yaptı. Nevin'e döndü. Kibar bir adama benziyordu. Kırk beş yaşlarındaydı. Saçları bembeyaz olmuştu. Köşeli, sert hatlı bir yüzü vardı ama konuşmaya başladığı zaman ne kadar yumuşak bir kişiliği olduğu hemen belli oluyordu. Nevin şikayetlerini tek tek anlattı. Dikkatle dinledi doktor. Sonra muayene etmek için kalktı. Yaklaşık on beş dakika kadar süren dikkatli bir muayeneden sonra düşünceli bir yüzle geçti yerine.
- Sizin bazı araştırmalara ihtiyacınız var hanım. Önce bir film çekilecek, sonra bazı tahliller. Ama mutlaka yaptırmak zorundasınız bunları. Şimdi çıkınca bu kâğıtla röntgene gidin ve gün alın. Buraya acil olduğunu yazdım. Sanıyorum iki, üç gün içinde bir zaman verirler. O günü aldıktan sonra da bu kağıtla laboratuara gidin. Oradaki görevli beni arasın. Ben konuşacağım. İlaç falan vermiyorum. Bunların sonuçları gelsin, sonra.
Dışarı çıkıp doktorun dediklerini yaptılar. Gerçekten de iki gün sonraya film için gün verdiler. Oysa sigorta hastahanesinde bir film için altı ay bile beklendiği oluyordu. Laboratuarla da doktor konuştu. Aynı gün filmle birlikte tahliller yapılacaktı. Aç gelmesi gerekiyordu. Dispanserden çıktıktan sonra Saadet koluna girdi kadının:
- Gel sana bir şeyler ısmarlayayım şurada. Bir kahve içelim sosyetik kadınlar gibi. Bir şeyler yiyelim.
Keyifle başını salladı. Aklı doktorun düşünceli yüzüne takılı kalmıştı. Çekindiği için nesi olduğunu, doktorun neden şüphelendiğini soramamıştı. İki gün daha sabredecekti. Bu dispanser meselesinden kızına bahsetmemeye niyetliydi.
- Gidelim be Saadet abla, dünyaya bir kere geliyor insan.
İki kadın acele adımlarla karşıdaki lüks pastahaneye doğru yöneldiler.
***
İkinci sefer yalnız gitti dispansere. Önce kan alındı tahliller için. Sonra da mide filmi çekildi. Garip bir ilaç içirdiler önce. Midesi bulandı. Ama tuttu kendini. Sonra da iki saat beklemesini, sonuçları almasını söylediler. Oturdu oradaki banklardan birine. Etrafını seyretmeye başladı. Gülbahar güzel okuyordu. Bu sene lise son sınıfta olduğu için oldukça yoğundu. Bir yandan okulun açtığı kurslara katılıyor, üniversiteye hazırlanıyordu. Bir yandan da sınıfının derslerini çalışıyordu...
* DEVAMI YARIN