GÜLBAHAR
21 Mayıs 2001 01:00
Yirmi sene öncesine daldı bir anda...
Genç kız küçük kağıt parçasını uzattı patronuna:
- Arayalım bakalım diyerek uzandı telefona Erdal. Numaraları çevirip beklemeye başladı. Çok geçmeden açıldı. Tatlı bir hanım sesi duyuldu. Hemen atıldı:
- Avukat Haluk Özer beyefendiyle görüşmek istemiştim...
Birkaç saniye sonra kendinden emin bir ses duyuldu:
- Buyurun, ben Haluk Özer...
- Ben de Erdal Çağlar avukat bey. Beni aramışsınız...
Karşı tarafın heyecanlandığı titreyen sesinden belliydi. Aceleyle konuştu Haluk:
- Evet efendim, sizinle çok önemli bir konuda görüşmem gerekli. Acaba bana müsait olduğunuz bir saati verebilir misiniz?
Erdal tedirgin olmuştu. Avukatlık bir işi yoktu bildiği kadarıyla. Geçen sene büyük bir proje için bankadan kredi almıştı ama, onun da iki taksiti kalmıştı. Oldukça kârlı bir iş bitirdiği için zorlanmadan ödemişti bankaya olan borcunu. Geçimi ve kazancı normal standartların üzerindeydi zaten.
- Ne hakkındaydı beyefendi, biraz bilgi verebilir misiniz?
- Özel bir konu efendim. Sizinle ilgili çok özel bir konu...
Meraklanmıştı. Biraz isteksizce, biraz da tedirgin bir şekilde mırıldandı:
- Buyurun o zaman, şimdi müsaidim. Gelin, konuşalım bakalım.
Haluk'un minnet ve sevinç dolu sesi duyuldu:
- Teşekkür ederim beyefendi. Hemen geliyorum. Tam adresi alabilir miyim lütfen...
Erdal adresi verdikten sonra düşünceli bir şekilde kapattı telefonunu ve arkasına yaslandı. Meraklanmıştı. Hiçbir şeyi konduramıyor, ne olduğunu öğrenmek için can atıyordu. Sekreterine seslendi:
- Çağla kızım, bir kahve yapar mısın bana...
Sonra yerinden kalkıp ceketini çıkarttı. Son günlerde üzerinde yoğun olarak çalıştığı projesine doğru yöneldi. Çizim masasının lambasını yakıp taburesine oturdu. Konsantre olmaya çalışıyor ama içindeki merak buna izin vermiyordu.
***
Bir saat sonra ofisin kapısı çalındığı zaman Erdal Çağlar uğraştığı projeye iyice dalmıştı. Dışarıdan gelen sesler esrarengiz konuğunun geldiğini haber veriyordu. İnce çerçeveli yakın gözlüğünü çıkartıp masanın üzerine bıraktı. Gözlerini ovuşturarak kalktı taburesinden. O sırada odasının kapısında beliren sekreteri:
- Misafiriniz geldi Erdal bey... diye haber verince başını salladı:
- Al içeri kızım.
Haluk uzun boyu yakışıklı görüntüsü içinde belirdi kapıda.
- Hoş geldiniz avukat bey... Ben Erdal Çağlar.
Haluk karşısındaki adamın Gülbahar'a ne kadar benzediğini hayretle görmüştü. Bu benzerliğin şaşkınlığı içinde gülümsedi:
- Sizi rahatsız ettim beyefendi. Ben Haluk Özer.
- Nasıl yardımcı olabilirim acaba size? Bayağı meraklandım doğrusu.
Haluk kendinden emin bir şekilde çalışma masasının karşısındaki siyah deri koltuklardan birisine oturdu saygıyla.
- Kusura bakmayın efendim. Böyle "pat" diye geldim ama konu oldukça önemli...
Erdal bey yerine geçmeden sekreterine iki kahve yapmasını söyledi, kapıyı kapattı:
- Doğrusu şaşırdım. Bu kadar genç bir insan beklemiyordum. Diye gülümsedi otururken.
- Hemen konuya gireceğim efendim diye başladı söze Haluk. Yutkunup hafifçe boğazını temizledi.
- Ben eski eşiniz Nevin hanımın aile dostuyum efendim.
Erdal'ın yüz hatları gerildi. Dudakları bir çizgi halini almıştı. Merakla karşısındaki genç avukatın sözlerinin sonunu getirmesini bekledi. Haluk arkasına yaslandı. O sırada Çağla'nın getirdiği dumanı tüten kahvelerini aldılar.
- Eski defterleri açmak için gelmedim beyefendi. Ama söylemem gereken bir şey var. Nevin hanımı geçen hafta kaybettik .
Erdal garip bir tavırla başını kaldırıp genç avukatın yüzüne baktı inanmak istemiyormuş gibi. Dudaklarından:
- Yaaa... diye bir söz döküldü. Üzüldüğü ve şaşırdığı belliydi.
- Evet. Ne yazık ki kötü bir hastalık. Çok ani oldu ölümü.
Erdal gözlerini yere indirdi. Yirmi sene öncesine gitmişti bir anda.
- Demek öldü, öyle mi?
- Evet... Yalnız... Durakladı Haluk. Sonra devam etti:
- Bir kızı var Erdal bey! Sizin kızınız...
* DEVAMI YARIN
Yazan: FERDA İLHAN