Bir sürü bürokratik işlemden sonra alabilmişlerdi zavallı Emine'nin cansız bedenini. Zor bela bulabilmişlerdi Örnekköy mezarlığında bir küçük yer. Belediyede pazarlık bile etmeye kalkışmıştı Yakup. Yoktu o kadar paraları! Ölüleri sokakta kalacak, çöplüğe atılacak değil di ya! Mutlaka bir şeyler yapacaklardı. Belediye görevlileri ise asla böyle bir şeyi kabul etmiyorlar, yatırılması gereken parayı yatırmadığı sürece defin işlemlerini başlatmayacaklarını söylüyorlardı. Sonunda dayanamadı Hüsamettin: - Almıyorum cenazeyi hastahaneden, madem böyle, madem vatandaşınıza yardımcı değilsiniz, almıyorum, o zaman ister istemez siz gömeceksiniz... diye yarı tehdit etmişti. Cenaze işleri müdürü sonunda insafa gelmiş, çeşitli yazılar yazılmış ve bir küçük yer tahsis edilmişti küçük Emine için. Arabayı çalıştırıp karşı taraftaki küçük caminin önüne park ettiler... Küçük Emine'nin cenaze namazında orada bulunan cemaattan üç, dört kişi ve Hüsamettin bulunmuştu sadece... Kamyonet Örnekköy yoluna girip bozuk yolda zıplayarak ilerledi. Çok geçmeden mezarlığa geldiler. Hüsamettin hemen kamyonetin arkasından kazmasını, küreğini aldı. Bir de bunlar için para verecek değildi. Elinde belediyenin tahsis belgesi, kendilerine verilen yeri buldular. Kollarını sıvadı, başladı kazmaya... Zehra bu arada kamyonetin arkasında, küçük bebeğinin baş ucunda ilkokuldan sonra köy camisinin imamından öğrendiği kadarıyla Kur'an-ı kerim okuyordu. Bir yandan yanaklarına süzülen yağmur gibi yaşların elindeki mukaddes kitaba damlamaması için mendiliyle gözlerini siliyordu. Evlat acısının o dayanılmaz ağrısı sarıvermişti dün akşamdan beri bütün bedenini. Sanki her hücresi ayrı bir mengeneye takılmış gibi çekiliyor, canı acıyordu. Göğsünde kocaman bir yumruk, hiçbir şey yapamamanın verdiği o baş edilmez çaresizlikle birlikte kavuruyordu her yerini... Dayanamamıştı bunca eziyete küçük beden. O kuvvetli değildi tabii ki, daha o kadar küçüktü ki... yardıma, bakıma muhtaçtı. Koruyamamıştı yavrusunu... Saçını başını yolmak geldi içinden. Fakat bütün bu isyanlarına rağmen vücudu sanki bir kalıp buzun içinde haftalarca kalmış gibi donuk, tepkisizdi. Hüsamettin üsturuplu bir şekilde küçük, cansız bedeni açtığı çukura yerleştirdi, sonra da kürekle toprak atarak örttü üzerini. Bu sırada mezarlığın hocası da gelmişti. Baş ucunda yanık sesiyle okudukları, mezarlığın geniş alanında yankılanıverdi bir anda. Döndü iliklerine kadar ürperdi, huşû içinde dualar etti... Her şey bittiğinde geride küçük bir tümsek kalmıştı. İçini çekerek baktı Zehra. Artık ağlamıyordu. Ağlamak istediği halde başaramıyordu bunu. Göz pınarları kurumuştu sanki Sadece acıyordu. Döndü onun omzuna dokundu. Sanki destek vermek istiyormuş gibi yüzüne baktı acıyarak. Zavallı kadın mırıldandı usulca: - Hayatta hiçbir amacım kalmadı artık. Bittim ben! *** Mehmet koşar adımlarla geldi kahveden içeri giren Yakup'un yanına: - Yakup ağabey, adam telefon etti, gidelim notere, gereken neyse yapalım, paranızı alın diyor, haydi, sallanmayalım. Ben telefon edip haber vereceğim. Yakup çakır gözlerini kısarak baktı genç çırağa. Hoşuna gitmişti bu haber. Öğlene doğru uyanabilmişti. Evde kimse yoktu. Geceden hayal meyal bir şeyler hatırlamaya çalıştı ama hiçbir şey yoktu beyninin içinde. Mutfağa gidip yiyecek bir şeyler bulmaya çalıştı. Bomboştu dolaplar, tezgahın üzeri. Ekmek bile yoktu... Bir şeyler mırıldandı ve ceketini giyip fırladı dışarıya. Aşağıya, caddeye inince de bir çorbacıya girip karnını doyurdu. Oradan bankaya gidip Suphi Cevat beyin verdiği çeki bozdurdu. Cebinde yüz bin lira parası vardı artık. Doğruca kahveye geldi. Niyeti hemen masaya oturmak, kumarın o kanını kurutan, iliğini sömüren heyecanını yaşamaktı. Ama içeri girer girmez Mehmet'in verdiği haberi duydu. - İyi ya, ara bakalım... Şu velayet işi bekleyemez miymiş? Mehmet ellerini yana doğru açtı. - Yapma be ağabey, bu işlerden hiç anlamadığın belli yahu! Ne kadar çabuk bitirirsen işini o kadar sağlam olur. Azıcık geç otur şu masaya ama tam otur. Paranın dört katı daha gelecek imzayı attıktan sonra, yürü haydi. Aceleyle uzaklaştı çakır gözlü adamın yanından. Telefona sarılıp beş dakikalık bir görüşme yaptı. Sonra elindeki kenarı yırtık bir kağıt parçasını sallayarak geldi: - Haydi, avukatın yazıhanesinde buluşacağız. Eve gelmemizi istemiyor adam... DEVAMI YARIN