"Gerçeği kabul etmek zorundayız!.."

A -
A +

Kadın getirilen suyu bir dikişte içti. Kendine birazcık gelir gibi oldu. Başıyla hizmetçiye çıkmasını işaret ettikten sonra dudaklarını ıslattı diliyle: - Bana bak, sen ciddi misin kızım? - Evet anne! Ne var bunda. Bak, şimdi nasıl mutluyum bilsen... Başını iki yana salladı kadın: - Neden söylemedin bu güne kadar bana. Ben de her zamanki gibi senin o tuhaf inadın yüzünden bir bebeğiniz olmuyor sanıyordum. Bu kadar imkânlarımız var, bir şeyler yapabilirdik... Saadet arkasına yaslandı: -Sizin sahip olduğunuz imkânlar, bizde de var anne. Biz her yolu denedik, maalesef tedavi imkansız. Bu gerçeği kabul etmek zorundayız. Benim için çok zor oldu ama, sonunda bir şekilde halledebildim. Şimdi Asiye'yle o kadar mutluyum ki... - Demek ki kocanın ailesi de bilmiyor. Bilseler zaten oğullarının üzüntüsünden kahrolurlar.. Saadet gözlerini kıstı: - Benden dolayı çocuğumuz olmuyor anne, Önder'den değil... Evşen hanım nefes bile alamadı. Uzun süre hiç konuşmadılar. Sonra omuzlarını kaldırdı: - Ne yapalım, haklısın, bu gerçekle yaşamayı öğrenmek lazım. Bakışlarını küçük Asiye'ye çevirdi: - Anlat bakalım o zaman bu hanım kızı nereden buldun, nasıl oldu bu iş?.. Saadet rahatlamış bir tavırla suratına mutlu bir tebessüm yerleştirerek başından itibaren her şeyi bir bir anlattı. Sonunda: - İşte, gördüğün gibi Asiye benim kızım artık. Çok da uslu, akıllı, o kadar güzel huylu bir çocuk ki anlatamam sana. Onu en iyi okullarda okutacağım, en güzel yerlerde gezdireceğim. Göreceksin. Evimizin havası değişti anne. Önceleri hayattan hiçbir zevk almıyordum. Her türlü aksaklık batıyor, büyüyordu gözümde. Şimdi hiç bunlarla vakit kaybedecek durumum yok. Dolu dolu geçiyor günlerimiz. Kızımla birlikte hayatı yeniden keşfediyoruz sanki... Gerçekten de Evşen hanım kızını hiç bu kadar mutlu gördüğünü hatırlamıyordu. Onun yüzündeki aydınlık, ruhundaki iyimserlik bir elektrikle kendisine de bulaşmış gibi gülümsemeyle kaplandı güzel yüzü: - Baban nasıl şaşıracak kim bilir... gel bakalım güzel Asiye.. Biraz da anneannen sevsin seni. Konuş bakalım azıcık benimle, bir şeyler anlat... Sonra birden hatırlamış gibi başını kızına çevirdi. - Doktora gittiniz mi kızım? Başını salladı Saadet: - Evet, dün gittik. Fuat'a götürdüm. Biraz gıdasız kalmış, iyi beslenmesi lazımmış. Biz de hemen program yaptık, sabahları tereyağlı ballı ekmekle süt, öğlen akşam, pirzola, sebze, makarna, pilav yiyoruz. Bol bol da meyve... Evşen hanım başını okşadı Asiye'nin: - O zaman ben size fırında güveç yapayım. Kuzu etinden. Tadına doyamazsınız. Yanında da pilav... *** Zehra uyumuş kalmıştı sedirin üzerinde. Gözlerini açtığı zaman hava hafiften kararmaya yüz tutmuştu. Emine de uyuyordu. Ümit kalkmış, her zamanki munisliğiyle bir köşeye çekilip Tuncer'in getirdiği bir tahta parçasıyla oynuyordu. Bir gece öncesinden gözünü bile kırpmadığı için uykusuzluğa dayanamamıştı yorgun yüreği. Kalktı usulca. - Kim bilir ne yapıyor şimdi? Nerede, nasıl bir yerde? Diye geçirdi içinden. Pişmanlığı artıyor, oğlundan ayrı kaldığı süre uzadıkça özlem her şeyin üzerine çıkıyordu. - Yarın nasıl gideceğim ben Saadet hanıma, nereye bırakacağım bu iki sübyanı? Diye söylendi. Nasıl olacağını, bilemiyordu. Öğlenden pişirdiği makarna ile bulgur çorbası vardı yemek olarak. Baş örtüsünü bağlayıp sokağa çıktı. İki ekmekle bir tas yoğurt aldı. Yemeklerin yanına ayran yapacaktı. Hem hava sıcaktı, iyi gelirdi, hem de o kadar kuru yemeğin yanında giderdi. Nasıl olsa Yakup gelmezdi. Belki sabaha bulunurdu, belki gece yarısı. Sanki onu gözden çıkarmış gibiydi zavallı kadın. * DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.