Garip düşüncelerle irkildi bir anda Yakup... İki tane daha çocuk vardı elinde... Ümit ve Emine. Önder beyle Saadet hanım gibi iki aile daha bulsa bu sefer en az yüz elli bin isterdi. Birden canlanıvermişti. Ama işe nereden ve nasıl başlayacağını bilemiyordu. Kime müracaat edecek, kiminle konuşacaktı. Öyle herkese ulu ortada söylenecek bir şey değildi bu. Kime diyebilirdi "iki çocuğumu para karşılığı evlatlık vereceğim" diye? Ama elbet birileri vardı kendisine yardımcı olabilecek. Yine kahveden başlamalıydı işe. Çırak Mehmet!, onun uçan kuştan haberi oluyordu. Adımlarını hızlandırdı. Kahvenin önü ıslaktı. Mehmet hortumla sulamıştı. Sıcaklar bastırınca günde iki, üç defa bu işlemi yapardı dükkan sahipleri. İçeri girdi. Çırak onu görünce şaşırdı: - Vay, Yakup ağabey, erkencisin be... Biraz bekleyeceksin, seninkiler gelmedi daha... - Ben seninle konuşmaya geldim Mehmet, gel hele şöyle... Mehmet hemen bir sandalye çekip oturdu Yakup'un yanına. Küçük, çipil gözlerini kırpıştırarak baktı: - Nedir mesele Yakup ağabey, biraz kötü görünüyorsun? Yutkundu adam. Onu tedirgin eden şey evlatlarını satılığa çıkartması değil, onları satabileceği birilerini bulamamaktandı. Hafifçe öksürdü ciddi bir tavırla: - Bak Mehmet, senin gözün kulağın delik. Bana yardımcı olur musun? Benim iki tane sübyan var. Birisi bebe daha. Öteki de üç yaşında falan. Durumumuz malum. Bir tane daha vardı beş yaşında. İyi ve zengin bir aile yanına verdik onu. Kendisini haklı çıkartmak için hemen ekledi ardından: - Hayatı kurtuldu çocuğun. Geleceği, istikbali. Biz bu halimizle ne verebiliriz ki... Sonra da bu konu önemli olduğu için tasdik ettirmek istedi. Eğer Mehmet'ten bir tepki görseydi, konuşmaya devam etmemeye kararlıydı. - Değil mi? Haklıyım değil mi? Genç çırak arkasına yaslandı: - Doğrusun be ağabey, bu devirde çocuk beslemek kolay mı, en akıllı işi yapmışsın. Biraz da yolunu bulmuşsundur hani... Kaşlarını kaldırdı. Başını iki yana salladı asabi bir tavırla: - Yok yahu, ne parası, hiçbir şey... Öylesine bir yardım birazcık.. o kadar. Ben çocuğum için razı geldim. Velayetini aldılar. Yarından sonra onlara bir şey olsa benim kıza kalacak her şey. Mahkeme olacakmış, haber verecekler, gideceğim işte, olur vereceğim. Düşündüm de ötekilerin de hayatı kurtulsun. Hani var mı böyle bildiğin, iyi, zengin bir aile? Mehmet bilmiş bir tavırla güldü: - Benim çıkarım ne olacak bunda Yakup ağabey? Adam sıkıntıyla buruşturdu yüzünü: - Evladım laf anlamıyor musun sen, ben evlatlarım için diyorum, para falan istemek yok ki... Mehmet kısa bir kahkaha attı. Sonra ciddi bir tavırla eğildi Yakup'a doğru: - Sen onu benim külahıma anlat ağabey, yaşımızın küçük olduğuna bakma, sen giderken ben geliyordum bu yollardan. Sen kumarbazsın Yakup ağabey. Kumarbaz adamın ruhunu okurum ben. Şimdi bırak savsaklanmayı da konuş bakalım, ne olacak benim kazancım? Yakup çakır gözlerini kıstı. Söyleyecek bir kelime bulamamıştı doğrusu. Cebindeki paketteki son sigarasını yaktı. - Yüzde onunu veririm ha? - Yok ağabey, yirmi. Sana öyle bir aile bulacağım ki, derya, derya olacak... Yirmide anlaşalım. Yoksa girmem bu işe. Bilesin. Çaresiz boyun eğdi Yakup. Mehmet sırıtarak kalktı masadan: - Bana üç beş gün izin ver. Ajanlarıma haber salayım. Bu işler öyle kolay değil bilirsin. Yakup bir şey daha söyleyecekmiş gibi öne doğru atıldı. Mehmet durakladı: - Sor, ne soracaksan sor haydi! - Öyle bedavaya gitmesin o zaman. Dikkat et... Güldü genç çırak. - En az iki yüz elli... Aşağıya olmaz... Sevindi Yakup. Yüzündeki gergin ifade kayboluverdi hemen. Seslendi çırağın arkasından: - Öyleyse bana da bir beş kağıt borç ver bugünlük... Mehmet hemen pantolonunun arka cebinden cüzdanını çıkardı. İstenilen kadar parayı uzattı. Yakup sırıttı: - Hey yavrum, çırağın cüzdanına bak yahu, amma kalın. Akıllı çocuksun vesselâm... ¥ DEVAMI YARIN