"Her şeye yeniden başlıyoruz!"

A -
A +

Şahane hanım kaşlarını çattı. Bir yandan da bir kenara büzülmüş duran Ümit'i kontrol ediyordu: - Bu çocuğun annesi nerede? Yakup durakladı. Kekeledi bir anda: - O mu? Şey... O evde... Bir tane daha var. Kız... - Annesi ne diyor bu işe? Adam çakır gözlerini kısarak güldü: - Ne diyebilir ki? Diye söylendi yılışık bir şekilde. Bizde kadın kısmının lafı geçmez hanımefendi. Cevat bey koltuğuna oturdu yeniden. - Ya başımıza problem açarsa? Omuzlarını silkti Yakup: - Yok beyim, burayı bilmiyor ki. Nereye gittiğini bile bilmiyor. Mehmet etrafına bakındı: - Haydi gidelim Yakup ağabey. Bitti bu iş, dedi. Sonunda yüzde yirmilik payına razı olmuştu... Suphi Cevat bey kapıya kadar geçirdi onları. Sonra salona döndü. Ümit tedirgin bir şekilde kapıya bakıyordu. Yalnız kaldığını anlayınca pembe dudaklarının uçları aşağıya doğru kıvrıldı. Daha üç yaşındayken böylesine fırtınalar yaşayan çocuk ruhu bu tedirginliğe dayanamamıştı. Gözyaşları inci tanesi gibi damladı yanağına. Şahane hanım onun yanına gitti: - Canım, neden ağlıyorsun? Sakın korkma. Şimdi seninle çok güzel şeyler yapacağız. Çok da güzelmişsin. Haydi Cem, gel benimle... Gel oğlum.. Suphi Cevat bey karısının söylediği ismi duyunca irkildi. Şahane hanım bunu fark etmiş olacak ki gülümsedi kocasına: - Ben ona Cem diyeceğim Suphi. Onun adı Cem... Önce evi gezdirdi küçük çocuğa kadın. Onun tedirginliğini üzerinden atabilmesi için gereken her türlü yumuşaklığı gösteriyordu. Birkaç saat sonra küçük Ümit'in önüne serilmiş bir sürü oyuncak vardı. Sanki sabahtan beri yaşananların hepsini göz ardı etmiş gibi çocuk dalmıştı onlara. Karı koca koltuklarında oturmuşlar, hiç konuşmadan onu izliyorlardı. Ama gözlerinde birkaç saat önceki hüzünden eser yoktu artık. Farklı bir ışıltı, farklı bir parlaklık gelip yerleşivermişti sanki. Heyecanlıydılar. Şahane hanım eğilip fısıldadı kocasının kulağına: - Her şeye yeniden başlıyoruz Suphi! Başaracağız değil mi? *** Zehra Emine'yi kucakladığı gibi kendisini sokağa atmıştı. Soluğu Hüsamettinler'in evinde aldı. Bütün gücüyle yumrukladı kapıyı. Kimse yoktu evde. Çaresiz tekrar yola koyuldu. Yakup'u kumar oynarken gördüğü kahveye geldi. İçeriye baktı camdan elini siper yapıp. Görünürde yoktu. O kadar yorgun ve umutsuzdu ki... Kucağındaki bebesini bağrına bastı. Kendi kendine konuşuyordu yol boyunca: - Bir sen kaldın bebeğim, bir sen kaldın gözümün nuru, Emine'm, bağrıma basacağım bir sen kaldın. Çil yavrusu gibi dağıldınız dört bir yana. Uçuşup gittiniz göçmen kuşlar gibi. Ayrı yerlere, ayrı yuvalara... Akşama kadar dolaştı sokaklarda. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmez bir vaziyetteydi. Sonunda çaresiz büküp boynunu evine döndü. Sedirin üzerine yığıldı külçe gibi. Emine kucağında uyuyup kaldı köşede. Gözlerini açtığı zaman karanlıktı etraf. Gece olmuştu. Usulca bıraktı kucağındaki çocuğu. Uyuyordu küçük kız. Işığı yaktı. Odayı dolduran cılız ışık gözlerini acıttı. Başı ağrıyordu. Sanki her yer dönüyormuş gibi geldi. Ayaklarını sürüyerek mutfağa gitti. Bir bardak su içti. İçi yanıyordu. Haşlanmış iki tane patatesi iyice ezdi. Bir parça peynir kalmıştı, onu da kattı içine. Kendisi yemese de olurdu. Bir kaşık alıp odaya döndü. Kucakladı kızını. Emine'nin başı yana düştü. Korkuyla baktı ona. Elini uzatıp başını tuttu. Cayır cayır yanıyordu bebek. Telaşla fırladı ayağa: - Anam... Çocuk çok hasta. Vay başıma gelene... ne edeceğim şimdi ben? ¥ DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.