Zehra bir kez daha dönüp baktı oğluna. İçi parçalandı o anda. Küçük çocuğun ne denli büyük korkular içinde olduğunu düşünüp yüreğinin yağları eridi bir anda. Ama vakarla başını dik tutup çıktı odadan. Ayakları kesilmişti, bütün kanı çekilmişti artık. Komiserin odasında bakkal oturuyordu. Polis gelenleri tanıttı: - Komiserim çocuğun anası geldi. Kendiliğinden, onu arıyormuş, tesadüfen... Komiser iri gözleri olan, geniş alınlı, bıyıklı, esmer bir adamdı. Kalın, davudî bir sesi vardı. - Gel hanım... Sen çocuğuna sahip çıkamıyor musun yahu? Baksana, hırsızlık yapmış... Üzerinde yakalanmış çaldıkları. Zehra kekeledi: - O bilmezdi Komiser bey, o kadar küçük ki daha, hep o sokak çocukları ile arkadaşlığından oldu bunlar. Bu sabah ben işe gittimdi, çekip gitmiş onlarla. Gelmeyince merak ettim, kaçtı sandım. Ama buralardaymış meğer... Komiser eliyle işaret ederek susturdu onu: - Kaçmış zaten. Anlattı bana, konuştum ben. Ama bu işler böyledir. Başın elbet bir yerde belaya bulaşır. Bak beyefendinin mallarını çalmış. O da şikayetçi. Mahkemeye çıkacak. Zehra yalvaran bakışlarla döndü bakkala: - Affet ağabey, sen bir büyüklük et. Söz veriyorum bundan sonra olmaz. Gözümün önünden ayırırsam namerdim. Bakkal başını iki yana salladı: - Hayır! Asla affetmem. Davacıyım. Suyunu çıkardınız memleketin be! Kendi yerinize sığmayıp buralara geldiniz, yalnız gelseniz iyi, bir sürü rezaleti de beraberiniz de getirdiniz. Köyünüzde otursaydınız ya? Komiser ayağa kalktı bu sözler üzerine: - Beyefendi, sakin olun bakalım. Bu ülke vatandaşı canının istediği her yerde yaşama hakkına sahiptir. Konuşmalarınıza dikkat edin lütfen. Bu topraklar sizin parselli malınız değil. Bakkal bu engellemeden rahatsız olmuştu. Terleyen alnını ceketinin cebinden çıkarttığı kenarı işlemeli bir mendille sildi: - Affetmiyorum. Davacıyım... - Tamam, davacıysanız biz de gerekeni yaparız, çocuk burada kalacak bugün, yarın da mahkemeye sevk edilecek... Zehra'nın kolları yana düştü. Sanki bir dakika içinde on beş yaş ihtiyarlamıştı. Çaresizce baktı komisere. Bakkal çoktan kapıya varmıştı bile. Zavallı kadına döndü: - Bu ona bir ders olsun, yatsın ıslah evine, görsün gününü... Zehra'nın adresi alındı. Ertesi sabah saat dokuzda Konak'ta, adliye binasında olması söylendi. Tuncer geceyi karakolda geçirecekti. Komiserin yapabilecek hiçbir şeyi yoktu. Hüsamettin artık yapacakları bir şey olmadığını anlayınca usulca dokundu kadının omzuna: - Haydi bacım, kalk gidelim. En azından sokakta, başı boş değil. Burada emniyette. - Onu bir kez daha görsem be Hüsamettin ağabey, azıcık konuşsam. Belki karnı falan açtır... Komiser içini çekti. - Biz doyurduk karnını onun ama sen yine istiyorsan götürsünler yanına, gir, bir konuş. Anasın ne de olsa, kolay değil. Az sonra Tuncer yeniden annesini karşısında görünce bu sefer başını eyer eğip bekledi. Zehra bir süre konuşmadı. Buz gibiydi odanın havası. Soğuk taş duvarlar, mermer zemin ve koca odanın içinde bir tek tahta bank. Başka bir şey yoktu. Donuk bir görüntü hakimdi. Yutkundu Zehra: - Yarın mahkemeye çıkacakmışsın. Sabahleyin. Adam affetmedi seni. Korkuyla baktı Tuncer annesine. Küçücük iki damla belirdi göz pınarlarında, top gibi yuvarlanıverdi yumuşak, çocuk yanaklarına. İçi parçalandı Zehra'nın. Dudaklarını ısırdı. - Korkma, burada polis ağabeyler iyi bakar sana. Ben sabah geleceğim. Şimdi kalmama izin vermiyorlar... Üşüyor musun? Başını kaldırdı çocuk "hayır" anlamında. - İyi o zaman. Şimdi kıvrıl şu kerevetin üzerine... Uyumana bak. Kapıya doğru döndü. İçinden sarılıp bağrına basmak geliyordu oğlunu ama kendini tuttu. Öfkesi sevgisine galip gelmişti. Tam çıkmak üzereyken birden hatırlamış gibi geri döndü: - Çok mu açtın? Neden çaldın? Seni aç mı bırakmıştım ben? Tuncer hıçkırdı iki kere. Cevap yerine geçmişti bu hıçkırıklar. Beklemedi Zehra. Çıktı dışarıya. Kapıyı kilitleyen polise döndü: - Göz kulak oluver kardeşim ne olur, daha çok küçük... Polis başını salladı: - Tamam bacı, meraklanma sen... DEVAMI YARIN