Şahane hanım, çağla yeşili gözlerinin buğulu bakışlarını boş bir şekilde dolaştırdı kocasının yüzünde. Kalın sesi boğuktu: - Olur mu hiç Suphi... Kocasına hep bu ismiyle hitap etmişti. Herkes onu Cevat bey olarak biliyordu ama Şahane hanım belki kayınpederine olan sevgisinden, belki de herkesten farklı olmak isteğiyle kocasını ilk ismiyle çağırırdı.Yutkundu, devam etti: - Hiç Cem'imin yerini tutar mı? Benim göz bebeğimin, bir tanemin yerini... Tekrar ağlamaya başlamıştı. İki senedir dinmek bilmez bir biçimde akıyordu bu yaşlar gizli veya açık olarak. Ama eksiksiz her gün, hatta her saat. Kahvesini isteksizce yudumladı Cevat bey. Bu sırada bahçeden gelen sesleri duydu. Hizmetçileri yoktu. Oğullarının ölümünden sonra istememişti Şahane hanım hiç kimseyi. Olanları da tazminatlarını ödeyip göndermişlerdi çaresiz... Kapı çalındı az sonra. Hemen fincanını bıraktı yanı başındaki eski tip sehpanın üzerine. Terliklerini geçirdi ayağına ve çıktı salondan. Kapıyı açtığı zaman ilk gözüne çarpan babasının elinden tutmuş, ürkek, kirpikleri ıslak ve burnu ağlamaktan kızarmış siyah gözlü erkek çocuğu oldu. İrkildi bir anda. Tıpkı Cem'in çocukluğuna benziyordu bu küçük. Geri çekildi toparlanıp: - Buyurun. Mehmet sırıttı laubali bir tavırla: - Geç kalmadık değil mi? Yakup ağabeyin evi bayağı uzak buraya... - Rica ederim, geç değil... Yakup hayretle kaldırdı kafasını içeri girince. Eski Rum stilinde inşa edilmiş köşkün yüksek tavanları çok ilginç gelmişti. Dudaklarındaki küstah tebessümü kaldırmaya lüzum görmeden salona girdiler. Suphi Cevat bey gülümsedi karısına: - Bak Şahane, küçük bey geldi işte. Şahane hanım çağla yeşili gözlerini küçük çocuğa çevirdi, yüzünden bir kırmızılık geçer gibi oldu. Heyecanlandığı belliydi. Işıldadı göz bebekleri. Konuşamayacak kadar şaşkındı sanki. Babasının elinden aldı Suphi Cevat Ümit'i. Elinden tutarak kadına doğru yürüdü: - Haydi bakalım, bak küçük beye... Nasıl? Tıpkı... Durakladı. Yardım istermişçesine karısına baktı dikkatle. Şahane hanım onun sözlerini tamamladı titrek, kalın sesiyle: - Tıpkı Cem gibi... Tıpkı oğlum gibi... Yakup ve Mehmet bu gelişmeden memnun olmuşlardı. Ayakta, kapının önünde duruyorlardı. Cevat bey Yakup'a döndü: - Babası siz misiniz? - Evet beyim. Benim oğlan... Kusura kalma, arkadaş anlatmıştır. Bakamıyoruz artık. Kendimize bakamıyoruz, hayatı kurtulsun dedik... Bütün iş bundan... Adam elini uzattı: - Nüfus kağıdını ver bakalım... Hemen elini cebine atıp çıkardı Yakup. Uzattı. Dikkatle inceledi Cevat bey. Sonra cebine koydu: - Kaç para istiyorsunuz? Mehmet yan gözle Yakup'a baktı. Sonra dudaklarını diliyle ıslatıp geriye doğru attı vücudunu. Kararlı olmaya çalışan bir sesle: - Beş yüz bin... Suphi Cevat bey hiçbir şey söylemeden oturduğu yerden kalkıp salonun en dip köşesindeki çalışma masasının üzerinde duran çek defterini alıp doldurdu. Sayfayı özenli bir şekilde yırtıp katladı: - Burada yüz bin lira var. Velayet işlemleri bittikten sonra kalanı alacaksınız. Yakup'un gözleri parlamıştı. Ellerini ovuşturdu: - Tamam beyim, siz ilgilenin artık. Bana haber verin. Mehmet'e döndü: - Beyefendiye kahvenin numarasını ver... Genç çırak sıkıntılı bir şekilde söyledi numarayı. Adamın hiç itiraz etmeden istedikleri fiyatı kabul etmesiyle daha fazla söylemediğine pişman olmuştu. Cevat bey numarayı alıp çeki uzattı: - Çocuk kalsın burada... Yakup aklı çekte yazılı parada olduğu halde kafasını salladı: - Kalsın beyim, kalsın... DEVAMI YARIN