Neydi onu bu hallere koyan?!.

A -
A +

Bir iki yudumda bitirdi bardağı Yakup... Elinin tersiyle ıslanan dudaklarını sildi, etrafına bakındı: - Nereye gitti bu? Tuncer'i soruyordu. Omuzlarını kaldırdı Zehra. Fısıldar gibi küskün bir sesle konuştu: - İçeridedir, nereye gidecek! - Git bak şuna! Yarın hazır olsun, onu çırak vereceğim. Kaşları kalktı havaya kadının. Yutkundu. Bütün cesaretini toplayıp atıldı: - Yapma Yakup, okula gitsin çocuk. Kaydını yapalım. Bak, para da aldın şimdi. Harcama çocuğu... Fırladı adam oturduğu yerden: - Bana baksana sen, daha demin ne dedim ben sana! Ben öyle bedavadan adam mı besleyeyim? İrkildi kadın. Gayri ihtiyari bir adım geri kaçmıştı. Yabancı gibi baktı kocasına. İnanamıyordu duyduklarına. O iyi kalpli adam, o çocuklarına düşkün, şefkatli Yakup gitmiş, bambaşka biri geçip oturmuştu karşısına. Bir insanın bu kadar kısa bir sürede, böylesine değişmesine akıl erdiremiyordu bir türlü. Neydi onu bu hale koyan? Düşünüyor, bulamıyordu... Gözünün bebeği gibi sevdiği, her zaman "o bir başkadır" diyerek diğerlerinden ayrı tuttuğu kızını gözünü kırpmadan üç kuruş para karşılığı vermeyi kabul etmişti sorgusuz sualsiz... Yutkundu odaya doğru hareketlenirken. Pişman değildi Asiye'yi verdiğine. Hayatı kurtulmuştu kızının. Hele şu son on dakikadır yaşananları gördükçe iyi ettiğine daha çok kanî oluyordu. Odaya uzattı başını. Tuncer şiltenin üzerine atmıştı kendini. Elleriyle yüzünü kapamış, yüzü koyun kapanmıştı. Fısıldadı: - Tuncer, ne yapıyorsun oğlum? Silkelendi çocuk. Daha da sakladı yüzünü. Zehra yanına geldi onun. Ellerini güçlükle çekti yüzünden: - Oğlum, kalk bakayım. Sen de böyle yaparsan ben ne yapayım be Tuncer? Görüyorsun işte. Üzme artık beni... - Asiye bir daha gelmeyecek değil mi? İçini çekti kadın. Şiltenin üzerine bağdaş kurarak oturdu. Gözleri döşemeye takılıp kalmıştı. Dudaklarını büzdü: - Bilmem, gelmeyecek herhalde... Ama onu göreceğiz. İstediğimiz zaman gidip göreceğiz... Küçük çocuk sırtüstü uzandı anasının yanına. Mırıldandı: - Keşke beni de alsalardı da ben de gitseydim... İrkildi Zehra. Yan gözle baktı oğluna. Cevap vermedi. Bir süre suskun kaldılar. Sonunda usulca fısıldadı: - Baban yarın seni çırak verecekmiş birinin yanına. Çocuk fırladı uzandığı yerden. Kuşkuyla baktı anasına: - Ya okulum, okulum ne olacak? - Seneye gidersin oğlum, geçti bu sene. Zaten öyle konuşmadık mıydı? Gözleri kısıldı Tuncer'in. Babasının aynı olan çakır gözleri takıldı belirsiz bir yerlerde. Öfke doldu içleri. Biçimli, küçük dudaklarını ısırdı olanca hırsıyla. Küçük yumrukları sıkılıvermişti. - Ben okuyacağım. Okula gitmek istiyorum, çalışmak istemiyorum... *** Sabah erkenden uyandı Saadet hanım. Gece iki, üç defa kalkıp bakmıştı küçük Asiye'nin odasına. Onun mışıl mışıl uyuyuşunu seyretmiş, sevgiyle durmuştu baş ucunda. Güzel bir kahvaltı sofrası hazırladı. Neden sonra Önder beyin sesi duyuldu koridorda: - Saadet, neredesin? - Günaydın canım, mutfaktayım, gel... Genç adam mükellef kahvaltı sofrasını görünce bir hayret ıslığı çalmaktan kendini alamadı: - Vay canına, ne harika şeyler bunlar... Sofraya bak! Gülümseyerek döndü: - Bunlar bana değil herhalde, içeride uyuyan peri kızının şerefine değil mi? Şımarık ve mutlu bir kahkaha attı Saadet hanım. - hah, hah, hah... Kıskançlık mı başladı ilk günden yoksa? - Yok canım, gözümüz yok da... Yine de... * DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.