Emine'yi ayaklarına yatırıp sallamaya başladı Zehra... " Yakup... Aah Yakup! Kimler aldı aklını başından senin. Hayretmezsin artık sen. İflah olmazsın artık. Terk edip gitsem, alsam çocuklarımı, gücüm yeter, bakarım onlara..." diye söylendi. Öyle ya! İşte hiçbir şey bilmeden, yol bilmeden, iz bilmeden gidip oğlunun mahkemesini izlemişti. Kendine bir güven geldi. Manalı bir şekilde salladı başını... Evşen hanım hizmetçisinin kızının geldiğini söylemesiyle kalktı yerinden. Sevinçle koştu sokak kapısına doğru. İzmir'in en güzel semtlerinden biri olan Güzelyalı'da, deniz kenarına sıfır, dubleks bir evde oturuyorlardı. Oldukça hoş bir kadındı Evşen hanım. Her zaman bakımlı, kendine dikkat eden, iyi bir eğitim almış, modern bir tipti. Oldukça güzel sayılırdı. Elli iki yaşında olmasına rağmen yüzünde en ufak bir kırışık bile yoktu. Açık kumral saçları kısa kesilmiş ama ehil bir el tarafından taranmıştı. Saadet gibi yeşil gözlüydü. Kızından biraz daha uzundu ve yapı olarak biraz daha iriceydi. Saadet'in ufak tefekliği halasına benziyordu. Kollarını açtı iki yana: - Aşk olsun, nerelerdesin sen, ne kadar uzun zamandır görmedim seni biliyor musun, hayırsız kız! - Aşk olsun anne, daha on gün önce buradaydım. Evşen hanım dudak büktü: - On gün az mı Saadet?.. Birden gözü Saadet'in arkasında çekingen bir ifadeyle bakan mavi gözleri gördü: - Aaa, bu da kim ayol? Genç kadın Asiye'nin omuzundan şefkatle dokunarak öne doğru itti: - Bu Asiye anne. Benim kızım... Evşen hanımın boncuk gibi gözleri açıldı iyice. Hayretle bir küçük kıza bir de Saadet'e bakıyordu: - Hayırlara çıkar Ya Rabbim... Bu da nereden çıktı, ne kızı? Saadet çantasını kapıda bu diyaloğu merakla takip etmekte olan hizmetçi kıza verdi. - Bize bir kahve yapıver Neriman. Annesine döndü: - Haydi anne, içeri geçelim, anlatırım. Biraz uzun bir mesele bu... On iki senelik evliydi Önder'le. Her ikisinin de ailesi artık bir torun sahibi olmanın zamanının çoktan gelip geçtiğini her fırsatta söylüyordu genç çiftin dertlerinden habersiz oldukları için... Önder de, Saadet de asla çocuk sahibi olamayacaklarını saklamıştı ailelerinden. Salona girdiler. Evşen hanımın kaşları çatılmış, yan gözle durmadan küçük Asiye'yi süzüyordu. - Anlat çabuk Saadet, şimdi düşüp bayılacağım. Koltuklardan birine bıraktı kendini genç kadın. Asiye de yanına oturdu. Kucağında biraz önce aldıkları oyuncak bebek vardı. - Anne, bugüne kadar sizden sakladığımız şeyler var. Önder de ben de bunu asla söylemeyi düşünmedik size. Ama, artık bazı gerçekleri bilmenizin zamanı geldi. Kayınvalidemlerin de haberi yok olanlardan. Onlara da bir akşam gidip açıklayacağız. - Bilmece gibi konuşma Saadet, nedir mesele? - Anne, evlendiğimizden beri ikimizin de bildiği bir gerçek var. Biz asla bir çocuk sahibi olamayacağız. Maalesef, bu mümkün değil. Bunun sebebi ben veya kocam, hiç önemli değil. Biz birbirimizi seviyoruz ve bunu kabul etmeye çalışıyoruz. Ama seneler geçtikçe gerek çevremizde gördüğümüz insanlar, gerek yakın dostlarımızın evlerinde gördüğümüz o şen, mutlu havanın bir çocukla yakalanabildiğini de gördük. Çok kötü günler yaşadım anne. Çok ağladım, Hiçbir zaman annelik duygusunu tadamayacak olmanın verdiği ıstırabı çok çektim. Eksik olmasın yanımda beni teselli eden bir kocam vardı. Bana hep destek oldu, güç verdi. Sonunda Asiye'yi gördüm. Küçük kıza dönüp gülümsedi. - Şu güzelliğe bak! Şu gözlere bak. O artık benim kızım. Velayetini alıyorum üzerime. Ben büyüteceğim, okutacağım, onu topluma yararlı bir insan olarak yetiştireceğim. Evşen hanım gözleri hâlâ fal taşı gibi açık hayretle dinliyordu. Saadet gülümsedi: - Bir şeyler söyle anne! Evşen hanım yutkundu. Dudakları hareket etti ama sesi çıkmadı. Bu sırada kahvesi de gelmişti Saadet'in. Gülümsedi: - Anneme de bir bardak su getiriver Neriman. Asiye hayretle gözleri fal taşı gibi açılmış kadına bakıyordu. Usulca sokuldu Saadet'e: - Ne oldu bu teyzeye anne? Saadet onun başını okşadı: - O teyze senin anneannen canım... Şaşırdı... Şok geçiriyor şimdi... * DEVAMI YARIN