Öyle berbat bir tutkuydu ki şu kumar!..

A -
A +

Önder bey kapıdan içeri girer girmez Asiye'ye yönelmişti. Küçük kızı kucaklayıp havaya kaldırdı: - Bir öpücük versin bu güzel hanım babaya bakayım... Asiye kibar bir öpücük kondurdu genç adamın yanağına. Sonra utanmış gibi boynunu büktü... - Tamam karıcığım, hallettim. Al, ben sana yine yetmiş beş vereyim. Yanında bulunsun. - Teşekkürler hayatım. Anneme de uğramak istiyorum. Onlara bu küçük hanımı göstereceğim. Sabah senden sonra telefon etti. Bir sürprizim olduğunu söyledim. Önder bey masasına geçip oturmuştu. Kollarını masanın üzerine yayarak yaslandı. Gülümsedi: - Tamam, çok selam söyle. Başka bir gün de bizimkilere gideriz birlikte. Telefonlaşırız değil mi? Genç kadın ayağa kalkmıştı. Başını salladı keyifle: - Ararım seni annemlerden. Önce şu alış verişimizi halledelim bakalım. Elini uzattı küçük kıza doğru. Asiye heyecanla koşup yapıştı yeni annesinin hayran olduğu bakımlı ellerine. Önder bey elini salladı hafifçe ona doğru: - Güle güle güzel prenses... Akşama kadar seni özleyeceğim... *** Yakup ağır adımlarla yürüdü yokuştan aşağı. Sabah Zehra'nın Tuncer hakkında söylediklerini umursamamış gibiydi. Onun aklında sadece ve sadece kahvehanedeki kare masa vardı. Orada oturup şansının yardımıyla para kazanmak, durmadan kazanmak ve kazanmak. Kazandığı parayla ne yapacağını da düşünmüyordu. Hiçbir amacı yoktu. Önceleri "kaybettiklerimi telafi edip bitireceğim bu işi" diye düşünürken, şimdi bitirmeyi aklına bile getirmiyor, sadece o masada yerini alıp o tuhaf ve insanı mahveden heyecanı yaşamak istiyordu. Böyle berbat bir tutkuydu kumar. Uyuşturucu gibi, hastalık gibi, içki gibi, safahat gibi bir tutku. Hepsinde olduğu gibi sonunda felaket getiren, yuvaları yıkan, insanı insanlıktan çıkartan bir tutku. Bu korkunç illetin pençelerine cehaleti, yalnızlığı, hayatın zorlukları karşısındaki güçsüzlüğü yüzünden atılıvermişti Yakup. Bütün bunlara rağmen gittiği yolun yol olmadığını görmezlikten geliyor, doğruyu yaptığına inanıyordu. Kuru öksürüğü yine başlamıştı. Hafif kamburu çıkmıştı sanki. Uzun boyu eğilmişti. Son birkaç ay içinde çökmüştü adeta. Yaşadığı sefil hayat bu hale getirmişti onu. Adımları sakindi. Birden omzuna bir elin dokunduğunu hissederek hızla döndü: - Ah... Halit ağabey... merhaba. - Merhaba hemşehrim. Yahu ayın kaçı oldu. Bu ay kira vereceksiniz, unuttun mu? Beş aylık peşinat geçen ay bitti. Bak hemşehrim, daha ilk seferden böyle yapacaksan karışmam... Bocaladı Yakup. Tedirgin bir gülümseme yerleşti. Suçlu bir ses tonuyla: - Oldu mu o kadar yahu? Unutmuşum be ağabey, kusura bakma, bizim hanıma söylerim hemen hallederiz. Şöyle bir hafta kadar... Ha, olur mu? Halit kaşlarını çattı. Beş ay zarfında daha da kilo almıştı emlakçi: - Yok yahu... Bir hafta ha? İki gün Yakup. İki gün içinde getirmezsen kirayı çeker gidersin. Bak, bir sürü insan var ev arayan. Beni uğraştırma... Yürüyüp gitti adam. Yakup dişlerinin arasından anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Elini cebine attı, üç bin lirası vardı. Bir gün önce Önder beyin verdiği yüz bin liradan bu kadar kalmıştı. Bir gün içinde eriyip bitmişti para... Bir sigara daha yaktı. Sabah sabah içtiği beşinci sigaraydı bu. Ayakları yine kahvenin yoluna dönüyordu ama cebindeki paranın azlığından dolayı tedirgindi. Hiçbir yerden bulabilecek bir geliri yoktu. Haftanın iki günü Zehra'nın getirdiği yüz lira artık hiçbir işine yaramayacak kadar az bir miktardı. Eskisi gibi üç beş kuruşla değil binliklerle ifade edilen miktarlarla oynuyordu. Sıkıntıyla soludu. O anda ne Tuncer'i, ne "gözümün bebeği" diye sevdiği Asiye'yi, ne küçücük Emine'sini, ne de Ümit'i düşünüyor, hele Zehra'nın çektiği ıstırabın farkında bile olmuyordu. Ne güzel gelmişti Önder beyin verdiği para. Fütursuzca oynamıştı oyununu. Hiçbir sıkıntıya düşmeden, tedirgin olmadan... Beyninde bir ışık parladı bir anda. Önder bey... Önder beye tekrar gidebilirdi. Hoş adam kesin olarak kendisine tembih etmişti ama, olsundu. Bir gün önce sabahleyin noterde görmüştü en son genç adamı. İmzalaması gereken yerlere imza atmıştı. Oradan ayrılırken bir kez daha tembih etmişti Önder bey. Asla bir daha gözüne para istemek için görünmesini istemiyordu. Yüzünü buruşturdu: - Ucuza verdik kızı yahu... Yüz bin liraya bir can... Oh! DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.