Sıkıntı basmıştı bir anda...

A -
A +

Yakup sinirli bir tavırla kaşlarını kaldırdı. Yaklaşık yarım saattir hiç konuşmuyordu. Son derece gergin bir şekilde bütün dikkatini önündeki taşlara vermiş, arada bir farkında olmadan kaşını gözünü oynatıp duruyordu. Karşısındaki yaşlı adam alaycı bir tavırla seslendi: - Ne o dostum, dut yemiş bülbüle döndün bir anda? Ne oldu, geldiğinden beri ötüp duruyordun? Ters bir bakış fırlattı adama. Cevap vermedi. Titreyen elleriyle yanı başında duran sigara paketindeki son sigarayı çıkartıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Cebindeki paranın yarısından fazlasını kaybetmişti son dakikalarda. Kaybettikçe hırslanmış, oyunu yükseltmişti. Şimdi neredeyse iki üç el daha oynayacak kadar parası vardı. Önder beyin verdiği hatırı sayılır miktardaki çek de erimişti böylece... Bir umutla çekti yerdeki taşı. Yine olmamıştı. Korkarak bıraktı bir sonraki oyuncunun önüne. Tek bir taş bekliyordu. Herkes gergindi. Yanındaki oyuncu başını salladı iki yana. Yaramamıştı atılan. Dudaklarını büzerek elini ortadaki taş yığınına uzattı: - Haydi bakalım aslanım... diyerek asıldı. Yüzü bir anda gerginliğini kaybetti, keyifli bir gülümseme sarıverdi hatlarını: - Tamam, bu iş bu kadar işte. Bitti... Elini üzüntüyle masaya indirdi Yakup. Yine kaybetmişti. Arkasına yaslanıp alnında biriken ter tomurcuklarını sildi elinin tersiyle. Gömleğinin yakasını açtı. Sıkıntı basmıştı bir anda. Bir insanın böyle bir illetin esiri olup, hem sağlığını, hem varlığını uçuruma atması inanılır bir şey değildi. İnsan iradesi bir anda yok oluyor, yerini şeytani bir zaferle kumar hastalığı alıyordu. Nice evler, nice ocaklar yıkılıp gitmişti bu yüzden... Yakup cebindeki paraya baktı etrafına göstermeden. On bin lira vardı. - Devam edelim... dedi masadakilere. Karşısında oturan yaşlı adam: - Bıkmadın mı Yakup, neredeyse bir ev parası bıraktın iki haftada masada... Yazık be oğlum... - Sen karışma bana. Benim param var. Senden mi alıyorum da konuşuyorsun? Adam omuzlarını kaldırdı. Umursamaz bir tavırla: - Ne yaparsan yap be! Ben iyilik olsun diye söyledim. Para da senin, keyif de... Nasıl olsa bana yarıyor senin kaybetmen. Gerçekten de yaşlı adam son günlerde en çok kazanan kişi olmuştu masadakilerin içinde. Yakup bir şişe bira daha istedi çıraktan. Sabahtan beri beşinci şişeydi içtiği. Ayağa kalkarsa düşeceğini düşündü. Gözleri kaymış, göz akları kızarmıştı. Konuşurken dilinde hafif tutukluklar oluyordu. Etrafına gözlerini kısarak bakıyor, sanki görmüyormuş gibi bir his uyandırıyordu karşısındaki insanda. Taşlar yeniden dağıtıldı. Bir elini bin liradan oynamaya başlamışlardı. Yakup bir yudum daha aldı şişeden. Elinin tersiyle kuruladı ağzının kenarına bulaşan köpükleri. - İki el alsam altı bin eder üçerden. Dört elde tamamlarım parayı. Bu günkü zararımı çıkartırım diye düşündü. Saat gece yarısına yaklaşmıştı. Kahvedeki müşteriler yavaş yavaş gidiyorlardı. Ama onların bulunduğu masa oyunu bırakmadığı sürece kahveci kapatmazdı dükkanını. Çırak Mehmet günün yorgunluğunu bu saatten sonra çıkarmak umuduyla bir sandalye çekip oturdu Yakup'un yanına. Onun omzuna dokundu: - Haydi Yakup ağabey, görelim bakalım... Yakup zoraki bir şekilde gülümsedi. Başı iyice dönüyordu. Ne oynadığını bile farkında değildi. Kuru bir öksürükle sarsıldı. Bu sırada yine yanındaki arkadaşı oyunu kazanmıştı bile... *** Zehra, Emine kucağında, küçük oğlu Ümit'in elinden tutmuş, çılgın gibi koşarak iniyordu yokuşu. Arada bir küçük çocuğun kısa kalan adımlarına ayak uydurmak için duraklıyor, bu sıralarda sabırsız bir şekilde bağırıyordu: - Haydi oğlum, koş oğlum... Sonunda Hüsamettin'lerin kapısının önünde durdu soluk soluğa. Olanca gücüyle vurdu kapıya. Bir yandan da bağırıyordu: - Döndü abla, Döndü abla, Hüsamettin ağabey... Açın... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.