Hiç de yabana atılacak bir düşünce değildi, baba dostu Hilmi beyin söylediği... Cevat bey heyecanla karısı Şahane hanıma dönmüştü. O sadece tedirgin ama aldığı acı haberden beri ilk defa gözleri ışıklı bakıyordu kocasının yüzüne. Böylece karar verilmişti. Sanki bu karardan sonra bir şeyler değişmişti. Daha bir heyecanlı ve beklenti içindeydiler. Ama o acı hadisenin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hâlâ hiçbir çocuk bulamamışlardı... Mehmet bu hikayeyi heyecanla öğrenmişti bir arkadaşından. Şimdi yüz yüze konuşacaktı. Kocaman köşk karşısına sanki bir dönemecin ardından birden bire karşımıza çıkıveren bir yüksek tepe gibi göründü. Beyaz tahta bir köşktü. Üç katlıydı. Merdivenlerden çıktı tırabzana tutunarak. Zili çaldı. Beklerken üzerini başını düzeltti. En temiz, en yeni elbiselerini giymişti. Kapı açıldığı zaman karşısında elli yaşlarında ama saçları bembeyaz olmuş, incel tel çerçeveli gözlükleri olan, sert hatlı ama yumuşak bakışlı bir adam açtı: - Suphi Cevat Güngören? - Evet benim beyefendi. Siz Mehmet bey olmalısınız, buyurun rica ederim, geçin içeri. Telefon edip randevu almış olduğu için bekleniyordu Cevat beyler tarafından. Kibarca gülümseyerek girdi antreye: - Umarım kolay bulabildiniz, salona geçelim, buyurun... Önden yürüdü. Salona girdiği zaman hiç bu kadar yüksek tavanları olan bir yer görmediğini düşündü... Mehmet kibar bir tavırla salona girdi. Tam karşısındaki koltukta saçlarının bir kısmı ağarmış, ama henüz genç olduğu belli olan bir kadın vardı. Ufak tefek, ama kararlı ve kişilikli bakışlara sahip, küçücük burnu yüzüne çok yakışan bir kadın. Açık tenliydi. Uzun kirpikleri ve çağla yeşili gözleri vardı. Mehmet "gençliğinde güzel bir kadınmış" diye geçirdi. Uzun boylu bir adam olan Suphi Cevat bey hafif kambur bir şekilde onun önüne geçti: - Eşim Şahane Güngören... - Memnun oldum efendim... Eliyle oldukça eski stildeki koltuklardan birini işaret etti: - Oturun lütfen. Buyurun... Mehmet hemen ucuna ilişti koltuğun. Söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Birçok insanla muhatap olmuştu bugüne kadar. Ama hiç birisinin yanında buradaki kadar rahatsız hissetmemişti. Ellerini birbirine sürttü. Onun işini kolaylaştıran Suphi Cevat bey oldu. Hiç uzatmadan girmişti konuya: - Sizi dinliyorum Mehmet bey. Evlatlık vermek istediğiniz çocuk sizin mi efendim? Mehmet gülmek istedi ama toparlandı: - Hayır efendim, ben henüz evli değilim. Bir arkadaşımın çocuğu. Cevat beyin kaşları çatıldı: - O halde siz niçin buradasınız? Arkadaşınız gelmeliydi... - Hayır... yanlış anlamayın lütfen. Arkadaşım Malatya'nın bir köylüsü. Pek fazla sosyal ilişkisi yok. O da gelecek. Bu iş kesinlikle şaibeli değil. Ben sizin ne demek istediğinizi anlıyorum. Bana gelip kendisi söyledi, yoksa ben nereden, başkasının çocuğunu... Olur mu öyle şey? Geçim sıkıntısına düştüler. Durumları bir felaket. Çocuk küçük. Erkek çocuk. Üç yaşında. Adı Ümit. Çok tatlı kerata. Hayatı kurtulsun istiyorlar. Yoksa ziyan olacak bu yokluk içinde. Kız isterseniz kızı da var. O da daha bebek. Bir kızı daha vardı beş yaşında, onu verdiler sizin gibi kaliteli, iyi bir ailenin yanına. Hayatından çok memnun şimdi... Bir çırpıda söyleyivermişti kafasının içindekileri. Nasıl konuşacağını, nasıl anlatacağını yol boyunca içinden prova edip durmuştu. İşte hepsi dökülmüştü dudaklarından garip bir telaşla. Şahane hanım çağla yeşili gözlerini kısarak baktı onun yüzüne. Kalın bir ses tonuyla sordu. İrkildi Mehmet onun konuşmasıyla: - Çocuğu görmek isterim önce. - Tabii hanımefendi.. Ne zaman isterseniz. Suphi Cevat bey yerinden kalktı. Sanki konuşmanın bittiğini, gitmesi gerektiğini anlatmak istiyormuş gibi ellerini birbirine vurdu: - Evet, tamam o halde. Lütfen çocuk ve öz babasıyla teşrif edin yarın. O zaman derinlemesine konuşalım bu konuyu... İster istemez kalktı Mehmet. Oysa başka şeyler planlamıştı. En azından pazarlığı kendisi yapmak istiyordu. Belki para alışverişinde de başrolde olursa Yakup'a çaktırmadan birkaç kuruş fazla para girebilirdi cebine. Köşkün bahçesinde kapıya doğru yürürken sıkıntılı bir şekilde dişlerinin arasından söylendi kendi kendine: - Vay be... Çetin ceviz çıktılar... Bu ne böyle, perili köşk gibi... Bir an önce bitse şu iş de kurtulsam... Bu adamlarda para var, bizde yok, talihe bak... O parayla burada mezar gibi yere tıkılmış, yaşadıklarını sanıyorlar... DEVAMI YARIN