Duraktaki yaşlı adam dikkatle süzdü Zehra'yı. Kucağındaki Emine'ye baktı önce, sonra da elinden tuttuğu Ümit'e. - Kızım, şurada otur da bekle bari. Konak otobüsüne bineceksin. En son durakta in. Tam karşına gelir adliye binası. Sorarsın orada. Gösterirler... Hah, bak otobüs de geliyor. Sana yardım edeyim... Genç. Kadın hareketlendi. İçinden "dünyada iyi insanlar da çok..." diye geçirdi. Adamın yardımıyla bindi otobüse. Ümit şaşkınlıktan sıkı sıkıya yapışmıştı annesinin eline. Emine ise İzmir'in daha Mayıs ayında bastıran dayanılmaz sıcaklarının etkisiyle uyumuştu bile kadının kucağında. - Sağol amca, Allah razı olsun senden. Diyerek kartını gösterdi. Hemen ön sıradan genç bir delikanlı oturduğu koltuktan kalkıp yer verdi. Teşekkür etti ona da. Ümit'i bacaklarının arasına sıkıştırdı yanındaki beyi rahatsız etmesin diye. Emine'nin yüzünü açtı. Sıcaktan isilik çıkmıştı küçük kızın yanaklarında. Yakup'a sormuştu kapıdan çıkmadan önce: - Sen gelmeyecek misin? Diye. Kükremişti adam yeniden: - Ne geleceğim ben senin hırsız oğlunun yanına... Ne halin varsa git kendin gör... diye bağırmıştı. Başka bir şey söylemeden çıkmıştı o da dışarıya. Yokuşu inerken yağmur gibi ağlamıştı durmadan. Ümit durup durup annesinin yüzüne bakıyor, onun yanaklarını sırılsıklam eden gözyaşlarının anlamını çözmeye çalışıyordu... Yanındaki adamın yardımıyla Konak'a geldiklerini öğrendi. Otobüsten iner inmez çevresine bakındı. İlk defa gördüğü yerlerdi buralar. Geniş bir alan vardı önünde. Tam ortada bir yerde garip bir testi başına benzeyen bir sütun yükseliyordu. Dikkatle bakınca bu kulenin üzerinde büyük bir saat olduğunu gördü. Kulenin tam karşısında ise minicik bir cami vardı. Her taraf park gibi düzenlenmişti. Sık aralıklarla banklar konmuş, sabah erkenden işe giden insanların günün koşuşturmasına başlar başlamaz güç toplamak için oturup soluklandıkları yerler yapılmıştı. Köşede duran simitçiye yaklaştı: - Evladım, adliye binası nerede? Çocuk eliyle işaret etti tam karşıdaki beton yapıyı. Kara-kuru bir çocuktu. Gülümsedi. Teşekkür etti. İki adım uzaklaşmıştı ki arkasından adeta bir çığlık gibi yükselen sesle irkildi: - Gevreeeek... taze gevreeek... İşaret edilen binaya giren çıkan o kadar çoktu ki korktu. Mermer merdivenleri çıkarken dua ediyordu... İçerisi dışarıdan beterdi. Herkeste bir koşuşturma, kimin nereye gittiği bile belli değildi. Hiçbir şey bilmiyordu Zehra. Şaşkın bir şekilde bakındı etrafına. O sırada yanına üniformalı güvenlik görevlisi yaklaştı: - Buyur bacı, sen ne aradın? Sevindi kadın. Hiç olmazsa derdini anlatacak birini bulmuştu: - Çocuk mahkemesi kardeş... Çocuk mahkemesine gideceğim ben. Oğlum için... Adam toplu, hafif göbekli, kır saçlı biriydi. Yüzü sıcaktan kızarmıştı. Şöyle bir tepeden tırnağa süzdü genç kadını. Sonra acımış gibi dudaklarını büzdü: - Gel benimle, götüreyim seni, belli ki buraları bilmiyorsun hiç... diyerek yürüdü. Sevinçle atıldı peşinden kadın. - Allah razı olsun senden kardeşim, Allah ne muradın varsa versin... Benim oğlan, bir çocukluk etti dün akşam. Bugün mahkemeye çıkacakmış. Karakoldan öyle dediler. Adam uzun kapılı bir odanın önünde durdu: - İşte burası. Şurada otur bekle. Daha mahkeme açılmadı. Birazdan gelirler. Geçmiş olsun haydi... Bin bir teşekkürle oturdu koridordaki banka. Emine'nin ağzına emziğini verdi. Telaşla, tedirgin bir halde bakındı etrafına... Çok geçmeden bulundukları koridor da aşağıları gibi kalabalıklaştı. Bir süre sonra onları buraya getiren güvenlik görevlisinin gösterdiği odanın kapısını açtı takım elbiseli bir adam. Kapının üzerine beyaz bir kağıt astı. Zehra Emine'yi banka bırakıp yaklaştı adama: - Kardeş, benim oğlum burada. - Bekle hanım, bilmem ben bir şey... DEVAMI YARIN