Tuncer'in ıslahhaneye düşüşünün üzerinden yirmi sene geçmişti... Artık takvimler ikibinli yılları gösteriyordu. Tuncer bu zaman zarfında sekiz kere hapishaneye girip çıkmıştı. Hırsızlık, dolandırıcılık, adam yaralama suçlarından artık emniyet mensupları arasında tanınıyordu. Yaka silkiyordu İzmir Polisi kendisinden. Kader arkadaşı Kadir'le birlikte ıslahhaneden çıktıktan sonra sokaklarda yatmıştı. Annesini o günden sonra bir daha hiç görmemişti. Serbest kaldığı gün oturdukları gecekondunun olduğu yere gitmiş, orada artık dikilmiş kocaman apartmanları görünce bütün umudunu yitirmişti. Ne babasını tanıyan vardı, ne anasını, ne de köylüleri Hüsamettinleri... Yapayalnızdı artık. Kimsesiz, tek başına. Hayata olan kırgınlığı had safhadaydı. Darmadağınık olan bir ailenin bedelini ödüyordu tek başına. Kadir'le birlikte kabadayılık yapıyorlardı. Son olarak Ankara'ya gitmişler, orada İzmir'de çaldıkları birkaç parça elektronik eşyayı satmaya karar vermişlerdi. Ama başlarına ummadıkları bir olay gelmiş, biraz da Kadir'in ısrarıyla yeni bir suça yönelip orta yaşlı bir adamın arabasını çalmaya kalkışmışlardı. Hem de adam arabasının içindeyken. Kafasına yumrukla vurmuşlar, şoför mahallinden adamı sürükleyerek çıkartmışlar, sonra da gazlayıp yürümüşlerdi. Ankara'dan İzmir'e güzel bir arabayla gelmenin keyfini yaşayacaklardı. Hayattan hiçbir şey görmedikleri için hayatın lezzetlerini bu yollardan tatmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Ama Konya yoluna gelmeden polisler çevirdi dört taraftan. Yakalandılar ve tutuklandılar. Gasp suçundan Ankara'da ama Ankara'ya gelme nedenleri olan hırsızlık suçundan da İzmir'de yargılanacaklardı. Bu nedenle İzmir emniyetindeydiler. Komiser Ayhan ilave etti: - Yarın akşamüzeri 18.30 uçağıyla götürüleceksiniz Ankara'ya. Sizin için devlet bir de uçak parası verecek. Şaşırıyorum bazen. Beş para etmez adamlarsınız, size yapılan masrafa bak yahu!.. Arkalarında duran polis memuruna döndü: - Götür şunları karşımdan. İşlemlerini bitirin, atın nezarethaneye. Tuncer sanki bütün bu hakaretler bir başkasına yapılıyormuş gibi gülümseyerek çıktı dışarıya. Oldukça uzun boylu, geniş omuzlu bir delikanlı olmuştu. Yirmi sekiz yaşındaydı. Çakır gözleri sevgiyi hiç tanımıyormuş gibi öfkeyle dolu ışıklar saçarak dolanıyordu çevresini. Yanındaki polis memuruna kelepçeli elini uzattı: - Bir sigara versene ağabey... Polis ters ters baktı ona: - Yürü... başlatma şimdi sigarandan... Tuncer hayretle salladı kafasını: - Allah, Allah, ne dedik şimdi yahu? Arkasına döndü. Kadir'i de getiriyorlardı. Göz kırptı arkadaşına: - Kadir, haydi gene iyisin, uçağa binmedim deme artık. Bak, biz bunu yapamazdık. Uçak kaçıracak halimiz yoktu ya. Sağ olsun devlet baba bunu bilmiş olacak ki şu gençleri ben bindireyim uçağa dedi... Yanındaki polis tekrar ikaz etti genç adamı: - Kes sesini Tuncer. Amma belasın be! Tuncer sırıttı. Aslında yaşadıklarından, hırsını, nefretini bütün insanlara yöneltmiş sanki onlardan intikam alıyordu. Suphi Cevat bey bembeyaz olmuş saçları, hafif kamburlaşan yürüyüşüyle oldukça yaşlanmıştı. Şahane hanım ise eski güzelliğini hâlâ muhafaza ediyor, ama kırışan yüzü o yılların üzerinden daha birçoklarının geçtiğini belli ediyordu. Karı koca karşılıklı oturmuşlar kahvelerini yudumluyorlardı. Artık Bornova'daki o köşkte oturmuyorlar, Alsancak'ta, çok lüks bir dubleks apartman dairesinde yaşıyorlardı. Suphi Cevat bey bir yudum daha aldı elindeki fincandan: - Heyecanlı mısın Şahane?.. Bugünleri görecek miydik? Yaşlı kadın hâlâ tonunda hiçbir değişiklik olmayan o kalın sesiyle cevap verdi: - Mutlu mu? Hem de çok mutluyum Suphi... Bugünleri gördüm ya. Sanki hayatımız bir kopya kağıdı gibi iki kere yaşandı. Allah bundan sonrasını farklı yapsın artık. Nerede Cem? Odasında mı? Yaşlı adam koridora doğru eğildi: - Cem, oğlum, gelmiyor musun? Birkaç saniye sonra simsiyah gözlü, kumral, uzun boylu, son derece yakışıklı bir genç girdi salona. Açık mavi bir gömlek ve lacivert bir pantolon giymişti. Özenle ve kısa kesilmiş saçları geriye doğru taranmış, son birkaç günü deniz kenarında geçirdiği belli olurcasına bronzlaşmış bir tene sahip olmuştu. Neşe içinde önce Şahane hanıma doğru yürüdü: - Anneciğim, nasılsınız? Harika görünüyorsunuz doğrusu... - Canım oğlum benim.. Bir tanem... DEVAMI YARIN