Muayene odasının kapısı açıldı. Zehra hemşire ve doktorun kolları arasında adeta sürüklenerek çıkartıldı dışarıya. Kaskatı kesilmişti. Döndü eliyle ağzını kapattı şaşkınlıktan. - Ne oldu yahu? Zehra, Zehra? Doktor, Hüsamettin'e baktı: - Siz misiniz bu hanımın yakınları? - Evet doktor, biziz. Hemşehrisiyiz... Adam kayıtsız bir tavırla konuştu: - Bebek öldü... Hanımı götürün. Yarın gelir alırsınız cenazenizi... İşlemleri falan yaparsınız. Şimdi bir şey yapamayız. Bu hanımı da götürün. İğne yapacak şimdi hemşire hanım kendisine. Sakinleşir biraz... Döndü gözlerinden akan yaşlara aldırmadan girdi Zehra'nın koluna. Zavallı kadın kendinde değildi. Ayakları sürükleniyordu. Hemşire odasında bir iğne yapıldı. Bir de hap verdi kadın. Karı koca zavallı anneyi güçlükle bindirdiler kamyonete. İkisinin de ağzını bıçak açmıyordu. Yokuşun başına geldikleri zaman Hüsamettin hırsla mırıldandı dişlerinin arasından: - Evire çevire dövmeli bu Yakup denen hayırsızı, başka yolu yok! *** Zehra odadaki sedirin üzerinde gözlerini yere dikmiş, ileri geri sallanıyor, dudakları sürekli kıpırdıyor, ama ne dediği anlaşılmıyordu. Boş gözlerini arada bir odanın içinde dolaştırıyor, anlamsız bir şekilde açıp kapatıyordu. Hüsamettin sigarasından bir nefes daha çekip saatine baktı: - Şu hale bak yahu, iki buçuk oldu saat. Nerede bu adam? Döndü çay bardaklarını topladı. Gelirken eve uğrayıp çay, şeker almışlardı. İlaçların etkisiyle Zehra uysal bir biçimde yaşıyordu acısını. Kimsecikler yoktu. Sokak karanlığa gömülmüş, gecenin ürkütücü sessizliği bir anda her yere hakim olmuştu. Saltanatını güneşe bırakacağı saatler yaklaştıkça sanki hırslanıyormuş gibi daha bir kararıyor, daha bir ürkütücü oluyordu etraf. Saat üç buçuğa doğru yaklaşan ayak sesleriyle Döndü heyecanlandı. Yanı başında uyuklayan kocası Hüsamettin'i dürttü. - Kalk, biri geliyor galiba. Adam uyku sersemi pencereye koştu, perdenin ardından baktı: - Geldi, şu hale bak, ayakta duramıyor... Kapıya geçip açtı kilidi. Yakup önce şaşırdı karşısında köylüsünü görünce. Zil zurna sarhoştu: - Vay, ağabey, demek bizdesin ha! Ne iyi etmişsin de gelmişsin... Tiksinerek baktı Hüsamettin. Geri çekildi. Yumruklarını sıkmıştı. Bir tane indirmemek için kendisini zor tuttuğu belliydi. Yakup sallanarak girdi odaya. Dili dolanıyordu. - Döndü yenge. Hoş geldin.. Bu ne böyle oturuyor, kalk kız, misafir mi açar kapıyı eve biri gelince... Döndü hemen fırladı ayağa. Yakup'un kolundan tutup çekti bir köşeye: - Yakup! Kendine gel, kötü şeyler oldu. Emine... Hıçkıracaktı, tuttu kendini. Boğuk bir ses çıktı onun yerine. Devam etti güçlükle: - Küçük Emine'yi kaybettik Yakup, kızın öldü. Başın sağ olsun... Adam çakır gözlerini devire devire baktı kadına. Şaşkındı. Kekeledi: - Ne.. ne diyorsun be yenge.. Hüsamettin ağabey, ne oldu yahu? Adam başını salladı: - Öldü Yakup. Küçük Emine öldü. Akşam, sen nerelerdeydin kim bilir. Hastahaneye götürdük ama kurtaramadılar. Yakup sandalyelerden birine çöktü. Birkaç saniye konuşmadı. Zaten olayın ciddiyetini kavrayıp kavramadığı bile belli değildi. O kadar sarhoştu ki oturduğu yerde sallanıyordu. Biraz sonra gözleri kapandı, oturduğu yerde uyuklamaya başladı. Çok geçmeden de sızdı. Döndü elini ağzına götürüp hayretle sıvazladı: - Amanın, şunun haline bak ayol, kız anlatıyordu da abartıyor diyordum. Yok anam, babam, iflah olmaz bu, bu zıvanadan çıkmış. Uyudu adam. Evladı öldü, adam uyudu. Hüsamettin başını eğdi yana doğru. - Sızdı be kadın, sızdı... O kadar sarhoş ki ne olup bittiğini bile anlamadı o, görürsün... Zehra ise hâlâ kımıldamadan oturuyordu. Şakakları atıyor, yüzü gergin bir şekilde parlıyordu. Gözleri tek bir noktaya takılıydı. Avucunda Emine'nin emziği vardı. Sıkı sıkıya tutmuştu onu. Bir elinde de kızının üstüne örttüğü örtü. Onun bebek kokusu iyice sinmişti örtüye. Göğsüne bastırmıştı örtüyü. Hiç konuşmuyor, sabit bir şekilde bakıyordu. - Bu kız aklını oynatacak, maazallah! Hüsamettin kalktı ayağa: - Ben gideyim, sen de gel benimle, bu sarhoş herifin olduğu yerde bırakmam seni. Sabah erkenden geliriz. Zaten sabah olmak üzereydi. Döndü omuzlarını kaldırdı: - Gitmek olmaz şimdi Hüsamettin, kıvrıl şuraya. Ben otururum Zehra'yla... DEVAMI YARIN