Yerin dibine girmişti âdeta...

A -
A +

Tek düşüncesi çocuklarıydı Zehra'nın... Elinde yoğurt ve ekmekle eve doğru ilerlerken bir adamın seslendiğini duydu: - Bacım, bacım, bakar mısın? Döndü çekinerek. Sanki bir yerden tanıyor gibiydi adamı. - Buyur, ne istedin? - Yakup... Yakup'un karısısın sen değil mi? Başını salladı korkuyla: - He, bir şey mi oldu? - Yok canım, kocan nerede? - Yok... Ne vardı? - Ben kira için gelmiştim. Sabah gördüm kendisini. Kirayı hazır etmesini söyledim. Tekrar hatırlatayım dedim. Yarın akşama isterim kirayı. Bak, ayın on beşi oldu. Yoksa çıkar gidersiniz. Adam gibi bir adama benziyordu geldiğinde. Ne çabuk öğrendi üç kağıtçılığı böyle... Zehra cevap vermedi. Utanmıştı. Önüne baktı. - Söylerim geldiğinde... diye fısıldadı. Adam elinin tersiyle alnında biriken terleri sildi: - Beğenmedim onun halini... Sanki efelenmiş gibi bir şey olmuş. Nerede çalışıyor? Zehra omuzlarını kaldırdı: - Çalışmıyor... Bir yerde çalışmıyor... Adam yüzünü buruşturdu. Zehra bir kere uzaktan Yakup'un göstermesiyle görmüştü emlakçi Halit'i. Hatırladı kim olduğunu. - Bu fena işte.. diye söylendi adam. Sen mi bakıyorsun eve? "Evet" anlamında salladı kafasını. Adam etrafına bakındı sıkılmış bir tavırla. O parasını düşünüyordu besbelli: - Hep böyle olur... Gelirler evlerini, barklarını dağıtıp buraya. Köyde de alışmışlardır kadını çalıştırmaya tarlada. Burada sıkı gelir hayatla savaşmak, sapıtırlar, karılarını çalıştırırlar, kendileri yerler. Kaç kişi tanırım böyle yapan. İyi huylu bir adam gibiydi kocan. Masum, temiz yüzlü... Çok şaşırdım çok... Sözlerini kendi tasdiklermiş gibi salladı kafasını, devam etti. - Unutma sakın, yarın akşam geleceğim. Söyle kocana. Gözünüzün yaşına bakamam. Koyarım kapının önüne... Arkasını dönüp sallanarak uzaklaştı. Zehra kalakalmıştı olduğu yerde. - Bir bu eksikti... diye söylendi. Bir de sokağa atılırlarsa nerede barınırlardı iki küçük çocukla. - Ah Yakup! Diye söylendi. Allak bullak olmuştu hayatı... *** Tuncer iki polis bir sosyal hizmetler görevlisi ile bindiği arabada arkasına dönüp annesine baktı bir kez daha. Onun uzakta ufacık bir nokta halinde kalmasıyla kendisini yapayalnız hissetti. Korkuyla yanındaki insanları inceledi. Polisler hiç konuşmuyorlardı. İkisinin ortasında oturuyordu. Önde de sivil giyimli sosyal hizmet görevlisi. O uzun, ince bir adamdı. Gaga gibi bir burnu vardı. Dudakları incecikti. Sanki yokmuş gibi duruyordu. Gözleri kardan adam gözü gibi siyah ve sonradan kondurulmuş gibiydi. Siyah dalgalı saçları terden ıslanmıştı. Kolunu şoförlük yapan polis memurunun arkasına doğru dayamıştı. Bir ara Tuncer'e döndü. - Kaç yaşındasın sen? - Sekiz... - Hiç okula gittin mi? Başını salladı "evet" anlamında küçük çocuk. Sesi sertleşti adamın: - Bana konuşarak cevap ver... - Evet! Birinci sınıfa gittim... Adam sanki yargılıyormuş gibi gözlerini kıstı: - Utanmadın mı hırsızlık yapmaya? Cevap vermedi Tuncer. Yerin dibine girmişti âdeta. Korkuyordu. Adamın ses tonundan tedirgin olmuştu. Polislerden birisi: - Bırak artık, üstüne gitme... Koskoca adamlar çalıyor, fukaralık işte, ne yapsın, bir yanlış yapmış... Adam, önüne baktı, sustu. Polisin kendisine engel olmasından hoşlanmamışa benziyordu. Neredeyse İzmir'in öteki ucuna gittiler arabayla. Sonunda geniş bahçeli taş bir binanın önünde manevra yaparak durdu araba. Sol tarafında oturan ve yol boyunca hiç konuşmayan polis Tuncer'in omzuna dokundu: - Haydi bakalım delikanlı. Geldik. Bundan sonra burada kalacaksın. - DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.