Yüreğinden çıkan alev, kulaklarını tıkadı

A -
A +

Kendine hakim olmaya çalıştı Zehra... Başını hızla çevirdi. Bakkal herhalde kadından aşırı bir tepki beklemiş olacak ki onun sessizliği karşısında şaşırarak arkasına baka baka yürüyüp gitti. Koştu Zehra... Birilerine bir şeyler sormak, neler olup bittiğini anlamak istiyordu. Kimse yoktu yardımcı olacak, elinden tutacak, yol gösterecek. Kendini itilmiş, terk edilmiş gibi hissetti. Sanki yabancı bir diyardaydı. Sonunda mahkemenin kapısından takım elbiseli olan adam çıktı. Duruşma boyunca içerideydi kendisi. Koşarak geldi onun yanına: - Ağam, neler oluyor anlat bana. Deminki sübyancığın anasıyım ben, ne oldu anlamadım, polis ıslah evi falan dedi... Dört sene dedi... Adam tepeden kayıtsız bir bakış fırlattı. Sonunda sanki zorla konuşuyormuş gibi tane tane döküldü kelimeler dudaklarından: - Dört sene gözetim altında ıslah evinde kalacak. Yani bir nevi çocuk hapishanesi. Orada okur, iş öğrenir falan. Merak etme, rahatı iyi olur. Fakirsin anlaşılan... Başını salladı. Baş örtüsünü düzeltti eliyle, biraz olsun rahatlamıştı içi. O sırada yanına bir adam daha yaklaştı. Dikkatle bakınca bu kişinin duruşmanın hakimi olduğunu gördü. - Sen Tuncer Demir'in annesi misin? Heyecanla kafasını salladı, güçlükle yutkunarak: - Evet, benim. Ben onun annesiyim. - Bak hanım, çocuğunun iyiliği için böyle bir karar verdim. Orada bakılacak ve buraya adapte olacak oğlun. Şimdi onu bırakırsam yine serseri olacak, yine sokaklara çıkacak. İstediğin zaman gidip göreceksin oğlunu. Okula gidecek orada. En iyisi buydu. Sakın itiraz falan etmeye kalkma. Bırak oğlun adam olsun. Durumunu polislerle konuştum ben. Sosyal Hizmetlerden de geldiler. Eğer bırakırsam oğlunu, bir kez daha yaparsa bu sefer imkansız kurtaramazsın. Bırak dört sene, okulu bitene kadar kalsın ıslahevinde. Diplomasını alsın hiç olmazsa. Boyun eğdi Zehra. Kendi yanında kalsa Yakup okutmayacaktı çocuğu. Hiç olmazsa böyle okurdu. Hasret kalırdı ona da Asiye'si gibi ama oğlunun iyiliği için katlanırdı. Dudaklarını ıslattı diliyle, mırıldandı: - Allah razı olsun hakim bey. Sağ olun... Başını çevirip uzaktan kendini izleyen oğluna baktı. Yüreğinden bir alev yükselip kulaklarını tıkadı o anda. Koştu ona doğru... *** Saadet hanım elindeki tereyağlı ve ballı ekmek parçasını şefkatle uzattı Asiye'ye: - Haydi aç bakayım güzel ağzını, bebeğim benim... Önder Bey hafif bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına onlara bakarken. Sanki evinin içinde ışıklar yanmış gibiydi. Ortama yerleşen heyecan ve huzur gerek kendisine, gerek karısına gerekse Asiye'ye o kadar yoğun bir şekilde yansıyordu ki, moralleri düzgün, olaylar karşısında sakin, tutarlı bir insan olup çıkmışlardı bir günde. Saadet hanım erkenden kalkmış, kahvaltıyı hazırlamış, ekmek kızartmıştı. Bir gün önce çarşıdan önce çocukluk arkadaşları olan bir çocuk doktoruna götürmüştü Asiye'yi. Genç doktor dikkatle muayene etmiş, biraz zayıf ve dirençsiz bulmuştu küçük kızı. Bu yüzden iyi beslenmesi, vitamin alması gerektiğini söylemiş, bunun dışında belirli bir hastalığı olmadığını iletmişti. Saadet hanım da bunları duyar duymaz bir şarküteriye girmiş, tereyağı, bal, reçel, salam, sosis, mayonez gibi besleyici, özellikle çocukların sevdikleri yiyeceklerden almıştı. Daha sonra önce annesinin, sonra da kendisinin alışveriş yaptığı yirmi senelik kasapları Hasan efendiye uğramış, biftek, pirzola, bonfile cinsi et almış, her taze et geldiğinde de pirzola ayırmasını tembihlemişti. Bütün bunlar Asiye'nin hiç görmediği şeylerdi. Uykusundan uyanır uyanmaz yanında bitivermişti Saadet hanım. - Canım benim, güzel kızım, uyandın mı? Haydi bakalım, çok güzel bir kahvaltı hazırladım sana, elimizi yüzümüzü yıkayalım, dişlerimizi fırçalayalım, sofraya gelelim. Babamız da kalktı. Küçük kız gördüğü ilgiden son derece memnundu. Yüzünde bu mutluluğunu ifade eden yerleşmiş bir tebessüm, hayranlıkla takip ediyordu gözleri yeni annesini. Alınan oyuncaklar o kadar cazipti ki beş yaşındaki minik kızın aklına ne özlemleri, ne de başka bir şey geliyordu. Akşam bir süre oynamışlardı Saadet hanımla birlikte. Sonra da onun kucağında televizyon izlemişti. Yatma vakti geldiğini duyunca da hiç itiraz etmeden gitmişti yatağına. Çünkü yorgunluk ve yoğun mutluluktan yorgun düşmüştü bedeni. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.