Numan Aydoğan Ünal
Zamanın büyük âlim ve evliyaları “Vatan sevgisi imandandır’’ hadis-i şerifi mucibince ve Allahü tealanın rızası için cihat niyeti ile cepheye koştular. Talebe ve müritleriyle bizzat savaşa iştirak ederek düşmanla çarpıştılar.
Şeyh Mustafa Fehmi; büyük bir âlim, tasavvuf da kerametler sahibi bir mürşid-i kâmil savaş zamanlarında cepheden cepheye koşan kahraman bir mücahit gazi idi.
93 Harbi denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Türk-İslam tarihinin en büyük facialarından biridir. Bu savaş neticesinde Ruslar doğuda Erzurum yakınlarına, batıda ise İstanbul’da Yeşilköy’e kadar geldiler. On binlerce insan öldü, yüz binlercesi de evini-yurdunu terk etti.
Zamanın büyük âlim ve evliyaları “Vatan sevgisi imandandır’’ hadis-i şerifi mucibince ve Allahü tealanın rızası için cihat niyeti ile cepheye koştular. Talebe ve müritleriyle bizzat savaşa iştirak ederek düşmanla çarpıştılar.
Bunlardan bazıları: Van’dan Seyyid Fehim Arvasi, Hakkâri’den Seyyid Ubeydullah Geylani, Erzurum’dan Hafız Osman Bedreddin, Erzincan’dan Şeyh Hacı Mustafa Efendi, Elâzığ’dan Beyzade Hacı Ali Rıza ve Gümüşhane’den Ahmet Ziyaeddin Efendiler’dir.
Biz bu makalemizde Erzincan’dan talebe, müritleriyle cepheye giden Şeyh Mustafa Fehmi Erzincanî hazretlerinden bahsedeceğiz…
Şeyh Mustafa Fehmi hazretleri 1815’de Erzincan’da doğdu. 1880 senesinde, son hacca gidişlerinde Mekke-i Mükerreme’de vefat edip Cennet-i Mualla’ya defnedildi. Bütün üstün vasıfları şahsında toplamış; Arapça ve Farsça dillerine tam vakıf büyük bir âlim, tasavvuf da kerametler sahibi bir mürşid-i kâmil savaş zamanlarında cepheden cepheye koşan kahraman bir mücahit gazi idi.
Erzincanlı “Terzi baba” denmekle meşhur “Vehbi Hayyat” hazretlerinin halifesidir. Üstün faziletli, cömert ve mütevazı idi. Halkın her derdi ile alakadar olarak müşir, paşa ve kumandanlar gibi asker-i erkân ve yüksek mülki amirlerle sık sık görüşür, konuşur nasihatlerde bulunurdu.
Sulh zamanlarında halkın tahsil ve terbiyesiyle uğraşır, muharebe çıktığında da talebeleriyle cepheden cepheye koşardı. Nitekim Kırım Savaşı ve 93 Harbi’ne iştirak edip büyük kahramanlıklar göstermiştir. Aşçı İbrahim Dede ise hocası Mustafa Fehmi Efendiyi zahiri ve batıni ilimler deryası, Peygamber Efendimizin hakiki varislerinden bid’atleri kaldıran, sünneti ihya eden ve Ehl-i Beyt’den olarak vasıflandırmıştır.
Aşçı İbrahim Dede hatıratında şunları kaydetmektedir:
Hazreti Şeyh Efendimiz, muhârebe durumu ortaya çıkınca İstanbul’a gelmişlerdi. Bâbıâli’de Meclis-i Umûmî’de yaptıkları konuşmada; Hakk’a güvenerek vatan, namus, istiklâl için gereken neyse yapılmasını söylemişlerdi.
Kuleli Askerî Mektebini Ziyaret
Hazreti Şeyh Fehmi Efendi, Kuleli’deki İdâdî-i Şâhâne Mektebi’ne giderek oradaki mevcut talebelere hitâp edip şunları söylemişlerdi:
Efendiler,
Sizler ne bahtiyarsınız ki yüce Osmanlı Devleti’nin en mümtaz ve itibarlı mektebinde tahsil görmektesiniz. Bilhassa şu mukaddes vatanımızın muhafazası için nazarî olarak öğrendiklerinizi tatbikâta geçirerek cihâda hazırlanmaktasınız. İlmin, bilginin güzel neticeleri şimdi bilinmez, ancak sonra anlaşılır. Bunun için vazifenizi hakkı ile yapıp kıymetli zamanınızın değil bir gününü, bir saatini dahi zâyi etmemelisiniz.
Velhâsıl gece gündüz, dikkatle, lüzûmlu ve hayırlı işlerle uğraşıp iki cihan saâdetine yani dünya ve âhiret yüksek derecelerine kavuşmalısınız. Memnûn oldum. Cenâb-ı Hakk fikrinize metânet, istidâdınıza kuvvet ve kudret verip, dost ve düşmanın sizlere gıpta etmesini nasip eylesin. Âmin.”
SIRADAN ŞEYHLERDEN DEĞİL
Hazreti Şeyh efendimizin bu hitâbından sonra Kuleli Mektebi’nin kitâbet hocası Hamdi Efendi talebelere şu konuşmayı yaptı:
“Şeyh Efendi hazretleri öyle ilim, siyâset, millet ve devlet hâllerinden bilgisiz ve habersiz, sıradan şeyhlerden olmayıp; aklî ve naklî ilimlerin inceliklerine âşinâ, devlet ve milletlerin geçmiş ve şimdiki hâllerine vâkıf; mânevî dereceleri çok yüksek bir zâttırlar. Mektebimizi ziyâretleri, talebe ve hocalar için memnûniyet ve iftihâr vesîlesi olup, şükrü ödenemez bir nimettir.”
PADİŞAH İSTANBUL’A DÂVET ETTİ
Hazreti Şeyh Efendimiz, muhârebe sonunda Erzincan’a dönmüşlerdi (1880). Daha sonra Sultân Abdülhamid Han hazretleri tarafından olunan dâvete icâbetle, muhterem hanımları ve mahdûmları rûhumuz Ahmet Fevzi Efendi ve hizmetlerinde bulunmak üzere akrabalarından Tâhir Efendi’yle beraber İstanbul’u teşrif buyurmuşlar idi. Bir defa Halîfe hazretlerine çıkıp, bazı nasihatler yapıp duâ buyurmuşlar idi.
Bundan sonra kendileri rahatsız olduklarından Beylerbeyi’nde Niyâzi Efendi hazretlerinin yalılarında kaldılar. Her gün, Padişah, husûsî yâverini göndererek hâl ve hatırlarını sorardı. Ne kadar vekiller ve vezirler varsa hepsi ziyâretlerine gelirlermiş.
ŞEYH MUSTAFA FEHMİ EFENDİ DOĞU CEPHESİNDE
93 Harbinde doğu cephesindeki Ordu-yu Hümâyûn Mühimme Başkâtibi Mehmet Ârif Bey de “Başımıza Gelenler” isimli hâtırâtında, Hazreti Şeyh Fehmi Efendi hakkında şöyle yazıyor:
Hazreti Şeyh Fehmi Erzincânî, sırf gazâ ve cihad farzını yerine getirmek için ve Allah rızâsı için ordu-yu hümâyûna gelmişti. Şeyh hazretleri, Muhammedî güzel ahlâka sahip olmakla birlikte, devletin iç ve dış işlerini bilir, hastalığımızı ve sebeplerini anlamış, uyanık, siyâsî, kâmil bir insandı. Ulemâ ve şeyhler içerisinde benzerini görmediğim için yüce zâtına olan muhabbetim pek fazla idi.
Dünyada âlim ve fâzıl kimseler ve şeyhler pek çoktur, saymakla tükenmez. Fakat biz neyiz, zaman nedir, Avrupa’nın hâli nedir, millet ve devlet neye muhtaçtır. Hâle ve zamana göre devletin siyâseti neyi icâp eder? Bunu bilmezler. İslâm devletini, bin sene evvelki kuvvet ve şevketine sâhip zannederek, siyâsî ve içtimâî bütün işlerini ona göre görürler.
Kendisi, ıslahatın çevreden merkeze gitmesi fikrinde olduğu için, büyük şehirlerden çok, evvelâ köylülerin tahsiline ehemmiyet verirdi. Köylülerin hiç olmazsa hükûmetten gelen bir emri okumaya; tahsildâra verdiği vergiyi, alacağını, borcunu bilecek kadar hesaba vâkıf olmalarını; dinin zarûri bilgilerini muhakkak bilmeleri için köy hocalarını teşvik ederdi. Mektebi olmayan köylere mektep yaptırmak için yardım toplar, bu yolda halka yüz suyu dökmeyi de kendisine mukaddes bir hizmet sayardı.
Bu harp çıkmadan iki sene evvel, bir iş için Erzincan’a gitmiştim. Hocayı orada tanıdım. Aklım erdiği kadar tetkik ettim. Allah onu korusun! Fazilet, cömertlik, kerem, ilim ve irfân bir vücut giymiş de bu hazret olmuş sanılırdı. Konağında ve sofrasında her zaman beş on misâfir ve garip bulunur, bunların hepsine bizzat hizmet etmesini severdi.
Hoca Fehmi Efendi, “Enfâl sûresi”nin altmışıncı âyetinin, milletin kuvvet ve kudret bulması için ferdi mesûliyet altına soktuğunu söylerdi. “Bu âyetin taşıdığı tehditten kendisini hâriç sanan insan, ya hiçbir şeye aklı ermeyen veya İslâm cemiyeti içerisinde adamdan sayılmayan biridir” derdi.
Kırım Muhârebesi’nde de, harp ilân olur olmaz atına binip, sözünün ve nazının geçtiği muhiplerini alarak yine Kars cihetine cihat farzını yerine getirmek için çıkmıştı. Şimdi yazmakta olduğumuz 1878 Muhârebesinde dahi, yine aynı şekilde çıkageldi. Aylık filan bir şey kabul etmeyerek, yalnız kendilerinin ve atlarının yiyeceğini ambardan alırlardı.
Hazreti Şeyh’in o tarihte yaşı 65’i geçtiği hâlde, tüfeği omzunda, rovelveri yanında, kaması belinde, çevik, tetik, bir ateş parçası kahraman kesilmişti. Düşmana karşı en genç gazilerimizin gösterdiğinden daha çok yararlılıklar gösteriyordu. Geceleri yatak yüzü görmez; askerî hareketler sırasında uykusuzluğu, rahatsızlığı, kuru peksimetle kanaati, kendisi için en kıymetli ibâdet sayar, askerlere de dâima sabır ve sebât tavsiyesinde bulunurdu.
ÖNCÜ VE KARAKOL HİZMETLERİ YAPARDI
Bizim süvârilerimizin çoğu Eleşkirt ordusu ile beraber olup, henüz bize yetişemedikleri, derlenip toplanmaları daha bir iki güne bağlı olduğu için öncü ve karakol hizmetlerini görecek kimse yoktu. İşte bu mühim vazifeyi, muhip ve müritlerinden 70-80 kadar süvâri ile Erzincan’dan gelip orduya katılan Hacı Fehmi Hazretleri üzerine aldı.
Hacı Fehmi Efendi, diğer başıbozuk süvârilerden toplayabildiklerini de yanına alarak, ordunun öncülük ve karakolluk hizmetlerini îfâ ediyordu. Şeyh Efendi Hazretlerinin, hareketini durmadan değiştiren düşmanın niyetini sezerek her saat başı kendi eli ile yazdığı istihbârat, Kumandan Paşa’ya peş peşe gelmekteydi.
Gedikler muhârebesinde, öğle ile ikindi arasında ve savaşın tam kızıştığı sırada, hemen hemen üç saatlik mesafe uzunluğundaki savaş hattı boyunca, iki taraftan ateş eden topların adedi 250 ile 300 arasında tahmin olunuyordu. Artık tüfekle kurşun sesleri, aslan kükremesi yanında sivrisinek vızıltısı gibi kalıyordu.
Bu ara bizden atılan güllelerden birkaçı düşmanın bir top kapaklısının bütün hayvanlarını öldürdü. Yukarıda ismini hürmetle yâd ettiğim mücâhit Erzincanlı Hoca Hazreti Fehmi Efendi, yanındaki süvâri ve müritleri ile koşarak kapaklıyı yakalayıp sürükleyerek ordumuza getirmiştir.
Gerçi öyle bir orduda, bir kapaklının kazanılıp kaybedilmesinin zikre bile değeri yoksa da, böyle ufak şeylerin askeri teşvik ve cesaretlendirmede pek büyük faydası vardır. Muhârebenin kazanılması ise askerin kalp kuvvetine bağlı olduğundan, Hazreti Hocanın hizmeti, bunu bilenler için pek kıymetlidir.
Kaynaklar:
“Risale-i Terceme-i Ahval-i Aşçı Dede-i Nakşi Mevlevi” – Aşçı İbrahim Dede
“Başımıza Gelenler” - Mehmet Arif
“Şevkistan”- Muhammed Tahirul- Halidiyyü’n-Nakş-bendi