Vakit neredeyse gece yarısı olmuştu. Tilki Şivan ile beraberinde getirdiği adam, sınıra yakın kuytu bir yerde oturmuş, sınır ötesinden gelecek işareti bekliyorlardı. Arada bir etrafı kolaçan ederek, her şeyin yolunda gittiğinden emin olmaya çalışıyorlardı. Ali, onlardan önce gelmiş, sınırı görebileceği bir çalılığın içine saklanmıştı. Saklandığı yerden dikkatle bakınca, Şivan'ın elinde bir kalaşnikof tüfek olduğunu fark etti. Kalbi heyecanla çarpıyor, âdeta nefes almaktan korkuyordu. Her gün gözlerini ayırmadan baktığı sınırın bu noktasında bir gizli geçit olabileceğine inanamıyordu. Şivan'ın adamı avucuna sakladığı sigaradan derin bir nefes çekince, Şivan öfkeyle adamın eline vurarak sigarayı düşürdü ve ayağı ile ezdi: -Sersem! Jandarmaya davetiye mi çıkarıyorsun?! diye azarladı alçak sesle. Saatini kontrol ederek sınır ötesine baktı. Bu sırada sınır ötesinden birtakım sesler duyulur gibi oldu. Çok geçmeden de bir el feneri üç kere yanıp söndü. Şivan, elindeki tüfeği yanındaki adama vererek; -Geldiler, diye fısıldadı. Sen burada bekle, etrafı gözetle. -Tamam, dedi adam. Şivan, art arda dizilmiş üç beyaz taşı takip ederek dikkatli adımlarla tellere yaklaştı. Ali saklandığı yerden onu soluksuz izliyor, hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyordu. Birkaç adımda dikenli tellere ulaşan Şivan, eğilerek tellerin altındaki çalı-çırpı ve kuru otları dikkatle alıp bir kenara koydu. Tellerin altından bir kişi geçecek kadar bir çukur meydana çıkmıştı. Ali gözlerine inanamıyordu. Tilki Şivan, ustalıkla tellerin altından öteye geçti. Heyecandan Ali'nin boğazı kurumuştu. Ses çıkar diye yutkunmaya bile korkuyordu. Fakat tam o sırada, Şivan'ın karşı tarafta nasıl bir yol izlediğini görebilmek için biraz kımıldayınca, bastığı kuru dal çatırtıyla kırıldı. Şivan'ın adamı derhal tüfeğine davranarak arkaya döndü. Dikkatle çalılığa baktı. Ali korkudan bayılacak gibi olmuştu. Yine de kendine hakim olup, bir taş gibi hareketsiz kalmaya çalıştı. Adam bir müddet öylece bekledi. Hiçbir hareket göremeyince tekrar önüne döndü. Tehlikeyi şimdilik atlatan Ali derin bir nefes alarak heyecanını bastırmaya çalıştı... *** Zahit ve küçük kızları uyuyalı çok olmuş, Samira odasında duyguları ile baş başa kalmıştı. Perdesini açtığı pencereye yaslanmış, gecenin karanlığında ışıldayan yıldızlara bakarak düşüncelere dalmıştı. Acaba sevgili anneciği ötelerde ne haldeydi? Rahat mıydı? Yoksa hâlâ kızını düşünerek üzülüyor muydu? Ne demişti gitmeden; "Benden sonra mutsuz olursun diye çok üzülüyorum. Zahit seni anlamaz. O nazik ve anlayışlı değil. Benim kırılgan yavrumu, nazlı bebeğimi incitir..." Son sözleri bunlar olmuştu. "Anneciğim, başıma gelecekleri biliyormuş" diye düşündü. Annesinden sonra dünyada kendisini düşünen bir tek Ali kalmıştı. Bunu bütün kalbiyle hissediyordu. "Ali, ah Ali, sana ne çok ihtiyacım olduğunu bir bilsen!" diye düşündü. "Acaba nerede, ne haldesin? Yoksa şu Çoban Yıldızı dedikleri sen misin?.." Ay ışığında Samira'nın yanaklarından süzülen gözyaşları ışıldıyor, sanki her damlada bir yıldız kayıyordu... > DEVAMI YARIN