Üzerinde "Doğu Ekspresi" tabelası bulunan vagonun penceresine başını yaslamış olan Suna'nın yaşlı gözleri bir noktaya dalıp gitmişti. Trende bırakılmış bir magazin ekini okuyan Kerem başını kaldırıp Suna'ya baktı. Saatlerdir öylece oturmuş, hiç konuşmamıştı. Tren bir istasyonda durunca Kerem başını uzatıp dışarı baktı ve birden yerinden fırladı: -Aboo, Sivas'a gelmişiz. Sen otur ben yiyecek bir şeyler alıp geleyim. Kerem kompartımandan çıkınca, dışarıya bakan Suna'nın gözleri birini takip etmeye başladı. Genç bir anne, kucağındaki bebeğine sarılmış gidiyordu. Yarası kanayan Suna elini zayıflamış olan karnına koyarak "Bebeğim!" diye ağlamaya başladı. *** İstasyondan köye doğru yürürlerken, Kerem kızına derdini unutturabilmek için neşeyle evlilik macerasını anlatmaya başladı: -Bak ne diyeceğim. Aslında sürpriz yapacaktım ama, hadi anlatayım da yol çabuk bitsin. Sana bir cici anne getirdim. Hödük İsmet'lerin Dudu yok mu? Aha o! Yedi ay oldu evleneli. Ne yapayım, sen olmayınca tek başıma yapamadım. -Dudu mu? Onun burnu havalardaydı, sana nasıl vardı baba? diye sordu Suna. Kızının ilk defa konuştuğunu gören Kerem güldü: -Eh, burnunu sürttüm biraz. Eve gidelim, sana bir yatak yapsın da dinlen. Ne de olsa hizmetçilere alışıksın! *** Eve girdiklerinde sanki ölüm sessizliği vardı. -Dudu! Kız Dudu! diye seslendi Kerem. Odalara baktı. Kimsecikler yoktu. Neden sonra masanın üstündeki notu fark etti. Alıp okudu: "Senin paran bitti. Ben şehre göçüyorum. Nasıl olsa resmen evli değiliz. Beni arama. Dudu..." -Hay Allah cezanı versin! diye söylendi. Paraları üstüne yapıp kaçtı soyka! -Ne parası? diye sordu Suna. -Şey, diye bocaladı Kerem. Şey parası canım, ineklerden birini satmıştım. Onun parasını alıp kaçmış alçak. Başı dönen Suna birden yere yığılınca, Kerem koşup kaldırdı: -Suna! Suna kızım! Ah ne aptallık ettim ben!.. *** Suna sonraki günlerde sık sık, "Bebeğim ölmedi! Ölmedi!" diye sayıklayarak uyandı uykusundan. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. "Madem bebeğim öldü, ben de ölürüm. Orada kavuşurum yavruma" diye düşünerek uzunca bir ip çıkardı dolaptan. Babasının Horasan'dan taze ekmek sarıp getirdiği gazeteyi alarak ipi güzelce sardı, koltuğunun altına aldı ve Aras'ın kıyısındaki ağacın yolunu tuttu. Nehrin kıyısına varınca gözyaşları içinde haykırdı: -Sen söyle Aras! Benim bebeğim öldü mü, sen söyle! Adını Aras koydum, senin gibi canlı, senin gibi coşkulu olsun diye! Ölmedi de, ölmedi deee!.. Gözleri kararmış, aklı gitmişti. Aras'ın dediklerini anlayamadı. Ağacın dibine üst üste birkaç taş koyup üzerine çıktı ve ipi bir dala bağlayıp boğazına geçirdi. Bastığı taşlar kımıldıyor, dizleri titriyordu. Birden ipi sarıp getirdiği gazeteye gözü ilişti. Yerde açık duruyor, üzerine taş bastığı için rüzgârda dalgalandığı halde uçup gitmiyordu. Gazetenin manşetinde; "Hazar ailesi veliahdına kavuştu: Hoş geldin Aras" başlığı vardı. Altında da mutlu bir aile fotoğrafı. Suna'nın şok bakışları fotoğrafa kilitlenmişken, Latife Hanımın sesi kulağında yankılandı: -Gelinim çocuk doğuramıyor, seni hamile görünce kıskanır. Bir anda kafasındaki soru işaretleri bir bir aydınlanmaya, eksik parçalar birleşmeye başladı. Kalbi heyecanla çarpıyor, dizleri titriyordu... -BU BÖLÜMÜN SONU-