Sürüyü otlamaya bırakan Ali, son günlerde mesken tuttuğu yamaçta Samira'nın köyünü görebilmek için konuşlanacağı iyi bir nokta aramaya koyuldu. Üzerine çıktığı geniş kayalıktan köyün büyük bir bölümü görünüyordu. Heyecanla kayanın üzerine oturarak boynuna asılı dürbünü gözlerine götürdü. Mercekleri ileri geri oynatarak netlik ayarını yaptı. İşte Betiha köyü gözlerinin önündeydi. Heyecan içinde köyü taramaya başladı. Birkaç gün öncesine kadar hiçbir önemi olmayan bu köy, şimdi sevgilinin yaşadığı bir masal ülkesi gibiydi. Yakın olduğu kadar uzaktı. Kaf Dağı'nın ardı gibi ulaşılmazdı. Evlere bir bir göz gezdirirken, sanki Samira'ya hitap ediyormuş gibi kendi kendine söylendi: -Kim bilir hangi evde, nasıl bir hayat yaşıyorsun güzel Samira... Kim bilir varlığınla kaç kişiyi mutlu ediyorsun... Peki ya sen?... Seni de mutlu edenler var mı? Beni soracak olursan, bil ki kalbim ilk defa böyle delice çarpıyor. Bir garip sarhoşluk içindeyim. Aşk dedikleri şey bu mudur bilmiyorum... Bildiğim tek şey, bir anda bütün dünyamı doldurduğun. Neye baksam sen, ne yapsam sen... Dürbünü indirip, bu defa çıplak gözlerle baktı. Gelip giden yoktu. Sabahın serinliği geçmiş, güneş sıcaklığını iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Sırtındaki gocuğu çıkarıp başının altına yastık yaparak, sırtüstü yere uzandı. Koluyla kapattığı gözlerini yumunca, Samira'nın güzel yüzü ay gibi doğdu hayaline. "Şükran Ali. Muhabbetle" diyordu. O ne güzel andı! Filmi başa sarıp yeniden izler gibi tekrar tekrar hatırladı. Samira elini kalbinin üstüne koyuyor ve "Şükran Ali. Muhabbetle" diyordu... *** Ne kadar uyuduğunu hatırlamıyordu. Derinlerden kulağına gelen sesi rüyada duyduğunu zannetti önce. -Aliii... Hey, Alii... Samira'nın sesiydi. Aniden fırlayarak ayağa kalktı. Fısıltı ile söylendi: -Samira... Hemen dürbünü kaldırıp gözlerine dayadı. Ağaçlıkların önündeki açık alanda Samira gülerek kendisine el sallıyordu. Ali dürbünü boynundan çıkarıp aceleyle gocuğunun altına koydu. Sonra, geceleyin hazırlayıp cebine sakladığı küçük paketi aldı ve aşağı doğru koşmaya başladı. Samira da kendisine yaklaşıyordu. Elinde Ali'nin heybesi vardı. Ali, "Dikkat, mayın tarlası" yazan tabelanın bulunduğu yere kadar indi. Samira da dikenli tellere aynı mesafede durmuştu. Heyecanla, nefes nefese bakıştılar. -Hoş gelmişsin Samira! -Hoş buldum Ali. Aralarındaki mesafe uzun uzadıya konuşulacak, hele uzun cümlelerin anlaşılacağı kadar yakın bir mesafe değildi. Bu yüzden dil kalbe tercüman olmakta aciz kalıyordu. Ali bir an ne diyeceğini, yaşadıklarını nasıl izah edeceğini kestiremedi. Sadece, -Hep seni düşünüyorum Samira, diyebildi. Samira da, -Aklımda ve kalbimdesin Ali, diye karşılık verdi... > DEVAMI YARIN