Köy meydanındaki kahvenin önünde bulunan çardağın altı protokol üyelerini ağırlıyordu. Baş köşeye bütün heybetiyle Şakir Ağa kurulmuş nargilesini fokurdatırken, hemen yanında karakol komutanı oturmuş kendisine hararetle bir şeyler anlatıyordu. Diğer köylüler ise edep ölçüleri içinde anlatılanlardan nasiplerini alıyordu. Sadece Betiha köyü değil, civar köylerin de en zengini olan Şakir Ağa bileğine geçirdiği kehribar tespihi, iri taşlı gümüş yüzüğü, belindeki gümüş kabzalı tabancasıyla âdeta "ben zenginim, ben güçlüyüm, ben farklıyım" imajını veriyordu. Komutanın forsu bile onun yanında sönük kalıyordu. Şakir Ağanın dikkatle bir şeyi takip ettiğini fark eden komutan dönüp onun ilgisini çeken şeye baktı. Başına yeni bir yazma örtmüş olan Samira az ilerideki bakkala gidiyordu. -Aha, işte bu kızdı! diye atıldı komutan. Bizim askerler yetişmezse işini bitiriyorlarmış. Ucuz kurtulmuş. Şakir Ağa gözlerini kızdan ayırmadan başını yana eğerek yerde oturan kahyasına sordu: -Kimin kızı bu, çıkaramadım. Kahya Salim, bakışlarını kızdan alıp edeple önüne bakarak, -Zahit'in üvey kızı ağam, diye bilgilendirdi ağasını. Babası Türk'tü. 7 sene evvel öldü. Şakir Ağanın gözleri ışıldamıştı. Nargilesini körükleyerek kendi kendine söylendi: -Zahit'in üvey kızı ha... *** Ali'nin evi Akdere köyünün yamacında, manzaraya hakim bir yerdeydi. Ancak pencerenin dibindeki sedirde oturan Ali'nin manzara ile ilgilendiği yoktu. Koynuna sakladığı mavi tülden baş örtüsünü çıkarmış dalgın bir halde inceliyordu. Penceredeki eski model radyoda çalmakta olan uzun hava, Ali'yi çok uzaklara götürmüştü. Annesi içeriden seslendi: -Heybe nerede Ali? Azığını hazırladım, getir de koyayım. "Heybe" lafı Ali'nin gözleri önüne gündüz yaşadığı o film gibi sahneyi getirdi. Suriyeli kızın yaşlı gözlerle kendisine bakışı hayatı boyunca unutamayacağı bir kareydi. Onu düşündükçe içinden ılık, tatlı bir şeylerin aktığını hissetti. Uzun siyah saçları beline kadar iniyordu. Esmer yüzü ne kadar masum ve güzeldi. Sesi de bir o kadar tatlıydı. -Şukran... Teşekkur... -Ben Ali, demişti kıza. Şu ilerideki Akdere köyündenim. Senin adın ne?... -Samira... Ali, gayriihtiyari tekrarladı kızın adını. -Samira... Samira... Hayallere öyle dalmıştı ki, yanına gelmiş olan annesini fark edememişti Ali. -Ne diyorsun? diye sordu annesi. Ali elindeki başörtüyü hemen koynuna sokarak panikle annesine döndü. -Hiç. Hiç ana, dalmışım öyle. Heybeyi dağda unuttum. Başka bir torbaya koy azığı olmaz mı?.. > DEVAMI YARIN