Sisli ve yağmurlu bir gündü... Betiha köyünün erkekleri köy mezarlığındaki taze kabrin başında son işlemleri yaparken, biraz gerideki tepede birkaç köylü kadının arasında Samira gözyaşları içinde annesinin son yolculuğunu izliyordu. Kollarının altında ne olduğunu anlamayan iki küçük üvey kardeşi vardı. Aradan yarım saate yakın bir zaman geçmişti. Bütün erkek ve kadınlar köye dönmüş olmasına rağmen, Samira kardeşleriyle hâlâ aynı pozisyonda duruyor, aynı yere bakıyordu. Sanki annesiyle birlikte kalbi de o mezarın içine gömülmüştü. Onu hayata bağlayan hiçbir şey kalmamış gibi, kolu kanadı kırık, kalakalmıştı. Biraz geride onu bekleyen Züleyha, ağır ağır gelip elini arkadaşının omzuna attı, onu kendine çekip sarıldı. İki arkadaş ne kadar süre öyle birbirlerine sarılı olarak hıçkırdılar, bilmiyorlardı. *** İki gündür Samira'dan haber alamayan Ali, mesken tuttuğu yamaçtan sınır ötesine bakarken türlü karmaşık düşünceler içindeydi. Ne olmuştu da güzel Samira iki gündür görünmez olmuştu? Son görüştükleri günü tekrar gözden geçirdi. Birbirlerine sevgilerini en açık şekilde o gün ifade etmişlerdi. Hatta kız kendi lisanınca "bhebbek" mi, "bhebbak" mı her ne ise, seni seviyorum demişti. Acaba uçurtmaya iliştirip gönderdiği mektupta farkında olmadan Samira'yı üzecek, incitecek bir şeyler mi yazmıştı?.. Yazdıklarını bir bir aklından geçirdi, yanlış anlaşılacak bir ifade bulamadı. Yoksa fotoğrafını mı beğenmemişti?... "Yok yok, bunlar saçma düşünceler" diye düşündü. "Samira öyle basit sebepler yüzünden sevdasından vazgeçecek biri değil. O dış görünüşe önem vermez. O duygu insanı, sevgi insanı... Mutlaka geçerli bir mazereti vardır, ama ne?.. En doğrusu bekleyip görmek..." Böyle düşünüyordu Ali, fakat, gönlüne de söz geçiremiyordu. Onu çok özlemişti. Hayali gözünün önünden hiç gitmiyordu. Söylediği sözleri hatırlayıp tebessüm etti: "Şükran Ali. Muhabbetle! Allah'a emanet..." -Allah'a emanet ol güzel Samira, diye söylendi kendi kendine. *** Lamia'nın ölümünden sonraki iki gün ev taziyeye gelenlerle dolup taşmış, komşuları onları yalnız bırakmamışlardı. Ama üçüncü gün evde derin bir sessizlik hakimdi. Artık gelen giden olmadığı gibi, sanki evde hiç canlı yaşamıyormuş gibiydi. Zahit, tek başına oturduğu masada içki ve sigara içiyor, bundan sonra olacakları düşünüyordu. Samira'yı evlendirdikten sonra yeniden evlenmesi gerekecekti. Çünkü küçük çocukları vardı. "Sahi çocuklar nerede?" diye düşünerek etrafa bakındı. Sonra Samira'nın odasına doğru yüksek sesle bağırdı: -Samira! Samira dedim!.. Cevap alamayınca yerinden kalktı. Yalpalayarak odaya doğru yürüdü. Kapıyı açıp başını içeri uzattı: -Samira? İçerde kimse yoktu. Bir an düşündükten sonra kızın odasına girdi. Yüzünde heyecanlı bir ifade belirmişti. Yıllar sonra ilk defa giriyordu bu odaya. Çünkü bu oda Samira'nın mahremiydi ve onun haberi olmadan hiç kimse girmezdi. Merakla etrafı kolaçan etmeye başladı. > Devamı Yarın