-Bir yaramazlık yok inşallah, ha oğlum? diye sordu Hatice endişeyle. -Ne yaramazlık olacak güzel anam? -Ne bileyim, dalıp gitmişsin derinlere. Ali radyonun düğmesini bükerek kapattı. -İçli bir türkü çalıyordu, ondandır. Sen beni bırak da sofradan haber ver! Sabahtan beri bir şey yemedim. Hatice merakla oğlunun yanına oturdu. -Niye ki? Azığını ne yaptın? Heybeyi de getirmemişsin. -Unuttum dedim ya ana. Konakladığım bir yerde kaldı ama nerede, ben de bilmiyorum. -Hayırdır inşallah, bu dalgınlık... Neyse! Haydi kalk da bir soluk bakkaldan çay al getir, çay kalmamış evde. Sen gelene kadar sofra hazır olur. Ali kalkıp kapıya giderken bir şey hatırlayınca yeniden annesine döndü. -Ha, ana! Hamit Ağa aylık verecek. Para mı istersiniz kuzu mu diye sordu. -Senin gönlün ne istiyorsa onu al. Çalışıp yorulan sensin. -Patron da sensin, sen ne dersen o olur başımın tacı anam. Neyse gelince konuşuruz, bakkal kapanmadan yetişeyim ben. Oğlunun ardından bir süre sedirde dalgın oturan Hatice, camın tıklatılmasıyla irkilerek pencereye döndü. Ali gülerek dışarıdan kendisine bakıyordu. Pencereyi araladı. -Hâlâ oturuyorsun? diye takıldı Ali annesine. -Sen de hâlâ buradasın yaramaz oğlan! -Bir de bana dalgın diyorsun, bak kendin dalmışsın! -Beni daldıran sensin. Haydi çok konuşma da git, bakkal kapanacak. Ali gülerek uzaklaşırken, Hatice de yüzündeki endişenin yerini alan tebessümle işinin başına döndü. *** Uzun ve yorucu bir günün ardından Samira nihayet odasında yalnız kalabilmişti. Dolaba sakladığı heybeyi alarak sedire oturdu. Önce düşünceli bir halde, okşar gibi elini gezdirdi heybenin üzerinde. Sonra ağzını aralayıp, içindekileri birer birer çıkarmaya başladı. İlk olarak isli ve eğik-bükük bir matara geldi eline. Matarayı hafifçe salladı. Belli ki içinde su vardı. Bir kenara koydu, tekrar elini heybeye daldırdı. Bu defa bir beze sarılı köy ekmeği çıkmıştı heybeden. Bezi açıp ekmeğin ucundan bir parça kopararak tadına baktı. Bakışları boşlukta bir noktaya takılmıştı. Belli ki o anı hayal ediyordu. -Al bunu, içinde su var, azık var, demişti yağız Türk genci. Ne kadar şefkatli, ne kadar iyi yürekli bir çocuktu. Hızır gibi yetişmişti. O olmasa kim bilir başına daha ne büyük felaketler gelecekti. Yüzünde hüzün karışımı bir tebessüm belirmişti Samira'nın. Heybedekileri çıkarmaya devam etti. İki haşlanmış yumurta, tuz, peynir, vs. > DEVAMI YARIN