Şükür ki, bu sefer halk değil, spekülatörlerle manipülatörler kaybetti. En azından, üretimden değil paradan para kazanmak isteyen bu legal ve illegal 'informative'ler kazanamadı! Öyle ki, senaryo daha 'tezkere' oylaması öncesinde hazırdı. Dualar edilmiş, ancak 'amin'i tezkere sonrasına bırakılmıştı. Sonunda 'amin' deyip 'gong'u çaldı. Ve senaryosunu dört bir yana servis yaptı. Servis mönüsüne göre: ¥ Pazartesi ip kopacak ve piyasalar alt-üst olacak; yani döviz ve faiz anormal ölçüde yükselecek, borsa çökecek; ¥ IMF ile ilişkiler kesilecek, yani yürütülmekte olan ekonomik programdan vazgeçilecek; ¥ Bütçe bağlanamayacak, yani Meclis'e sunulamayacak; ¥ Şubat 2001 krizi bile aranacak; ¥ Sonunda G. W. Bush'tan alamayanlar halktan alacak, v.s... Ama öyle olmadı; sağduyu galebe çaldı. Millet oyuna gelmedi. Önce tecelli olan milli iradeye saygı gösterdi. Sonra da oyunbazların oyununu bozdu. Çünkü gücünü iç ve dış mihraklardan değil, bizatihi kendisinden alması gerektiğini anladı. Hem bu filme hiç de yabancı değildi; daha önce çok görmüştü. Yani, hazımlı ve hazırlıklıydı. İktidara verdiği büyük desteği 3 ay içinde -iç ve dış mihrakların sesine kulak vererek- çekecek değildi. Kendisi dışında iktidara verilen -pardon verilmiş gibi gözüken- desteğin 'kerhen' olduğunu da en iyi o biliyordu. ...Ve sonunda 'felaket senaryosu' akamete uğradı. Yazılan senaryoların hiçbiri tutmadı. Piyasalar hem Meclis'e hem de iktidara sahip çıktı. TBMM de bilvesile demokrasi havarilerine demokrasi dersi verdi. İktidar da onlara daha fazla koz vermeden IMF ile yürütülmekte olan ekonomik programa pragmatik bir yaklaşımla sahip çıktı. İşte tam bu noktada iktidar açtığı ekonomik pakette zamanlama hatası yaptı. Çünkü bu paketle 'G. W. Bush'tan alamayan halktan aldı' diyenleri haklı çıkarmış gibi bir sonuç doğdu. Oysa bu kaynak 'tezkere oylaması' öncesinde de gerekliydi ve daha önceden açılmalıydı. Böylece bütçeye 'tezkere baskısı' da söz konusu olmayacaktı. Bize göre iktidarın diğer bir hatası ise; açıklanan bu gelir artırıcı ve tasarruf sağlayıcı pakete 'barışın maliyeti' olarak bakmasıdır. Irak'ta kıyamet koptuğunda ve hele tezkereye bu sefer 'evet' denildiğinde o zaman herkes haklı olarak sorar: Hani, barış nerede? diye. Yine diğer bir hata ise açıklanan bu ekonomik pakette Vergi Barış Kanunu'ndan beklenen hasılatın bütçeye 750 trilyon lira olarak yansıtılması. Eğer siz yaklaşık 10 katrilyon lira birikmiş vergi alacağından ancak 1/14'ünün tahsil edilebileceğini kabul ediyorsanız bu en hafif tabiriyle 'acz' içinde Vergi İdaresi'nin verimsizliğinin ve etkinsizliğinin kabulü demektir. Bizim de içinden çıkıp geldiğimiz bu İdare buna layık değildir. Eminim ki Gelirler Genel Müdürü sayın Arıoğlu bunu kabullenmiş değildir. Zaten kabullenmediği de bütçeye konulan dip nottan bellidir. Ama yine de IMF'ye bu konuda verilen tavizi içe sindirmek mümkün değildir. Bize göre Vergi Barış Kanunu'ndan sağlanacak hasılat en az 3 katrilyon lira olacaktır. Maliye Bakanlığı kendi simülasyonlarında 2.4 katrilyon lira açıklarken tevazuda bulunmuşlardır. Bununla birlikte Vergi Barış Kanunu'nda tahsilatı kolaylaştırmayan bilakis önleyen bir hüküm var ki, ileriki günlerde Vergi İdaresi'nin başını bayağı ağrıtacaktır. (4811 sayılı Kanun, Md.3/7) Sonuç olarak diyebiliriz ki: Artık yüksek sesle kendimize, iktidara, Meclis'e sormanın zamanı gelmedi mi? Biz her konuda ABD'ye ve onun kontrolündeki kurum ve kuruluşlara mecbur ve muhtaç olmaktan ne zaman kurtulacağız? Ekonomimiz hep ABD'den veya onun refere ettiği yerlerden gelecek parasal destekle mi işleyecek? Dış politikamızı hep ABD'nin ipoteğinde veya desteğinde mi götüreceğiz? Hem nereye kadar?...