Bir yıldan öbürüne geçtik. Farkında olamadık. Hayırlısını dileyelim. İki yıl arası yazılacak çok şey var. Yeni yılla beraber AB-Türkiye katılım müzakerelerinde Brüksel tarafından alınan ve bazı konuların müzakere dışına çıkarılıp askıya alınması kararına değinelim. Her iki taraf için de beklenen ölçüde bir önem kazanmadan zamanın halline bırakılmış gibi bir durum ortaya çıktı ki bizce de en münasibi bu idi. Geçen yıl sonundaki AB zirvesinde alınan bu kararın geleceği öncesinden belli idi. Aralıkta CORPER bu kararı almış, bakanlar konseyi onaylamış ve nihayet zirve toplantasında kati şeklini almıştır. Bundan bizim için telaş edilecek hiçbir şey yoktur. Eğer rahmetli Ecevit yaşıyor olsa idi müzakereleri askıya almak önceliğini kimselere bırakmazdı! AB'nin şaşkınlığını mazur gösterebilecek taraflar da yok değildir. Bu konuda bize düşebilecek olanlar çok az ve önemsizdir. 27 üyeli karmakarışık bir ülkeler topluluğunu idare etmek kolay değildir. Aralarındaki tek benzerlik hepsinin Hristiyan olmasıdır. AB'nin bugünkü haritasına şöyle bir göz atınız. Sonra da 1942-1943 yıllarındaki Hitler Almanyasının işgali altındaki ülkeleri göz önüne getiriniz, arada benzerlik değil tıpkısını göreceksiniz. O yıllarda genç bir diplomatımızın Bulgaristan'dan başlayarak trenle teker teker bu ülkeleri ziyareti anılarımda canlandı. Avrupa Birliği asırlardır gündemdedir. Şairler, düşünürler yazmış çizmiş, krallar, imparatorlar, askerler hatta papazlar denemiş hiçbiri başarılı olamamıştır. ??? İkinci Dünya Savaşından sonra topluluk fikri daha ziyade ekonomik olandan başlamış, 1957 yılında Roma Antlaşması ile AET böyle doğmuştur. Bu daha ziyade benzeri bir savaş ihtimali korkusundan doğmuştur. Sebepler ortadan kalkınca sonuç da kalmaz denilmiştir. Demir Çelik Topluluğu, Atom Enerjisi Topluluğu bu korkunun odaklarını oluşturuyordu. Söylenmiyor ama korkulan ne şuydu, ne buydu düpedüz Almanya idi. AET başarılı oldu. Atom, kömür çeliği bir tarafa bıraktı. Genişlemeye ve yolculuk esnasında rastladığı, siyasallaşmaya doğru kaydı. Bütün amacı hem ekonomi hem de siyasal ve askerî alanda ABD ile baş edebilecek bir duruma getirebilmek idi. Birincisini Almanya yüklendi, başarılı oldu. İkincisini Fransa üstlendi "arkaik" bir müstemleke politikası ile sadece gülünç oldu! ??? Türkiye'nin AB'ye katılımına karşı çıkanların başını da bu ülke ile Hollanda ve bazı kuzey ülkeleri çekiyor. İleriye sürdükleri iki argümandan birincisi coğrafi, ikincisi ise dinîdir. Türkiye Avrupalı değildir. Üstelik Hristiyan değil Müslüman'dır diyorlar. Birincisi yanlıştır. Bugünlerde yayımlanan bir kitabın arka sayfasında 1500 yıllarında taş baskısı bir Avrupa'nın tıpkısı vardır. Bunda Turchia ile Germanya yan yana sınır komşusudurlar. Haydi o kadar eskilere gitmeyelim. 1957 Roma Antlaşmasının 237'nci maddesi aynen şunları söyler: "Her Avrupa ülkesi AET'ye katılmak için müracaatta bulunabilir. Türkiye ile Yunanistan bu maddeye göre AET'ye katıldılar. Demek ki Avrupalılığımız tartışılamaz." "İkinci sebep Hristiyan olmamamızdır. Elhamdülillah Müslümanız. Ama laik olmak da kafi gelmiyor olmalı." "Papa 2'nci Benedikt'in geçen kasım ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretin istenildiği kadar şaşaalı geçmemiş olması buna destek olarak gösterilmek isteniyor. Dinimize ve Peygamber efendimize yapılan ve ne özür ve ne de tekzip konusu yapılmayan bir durumda başka ne yapılabilirdi ki. Yine Protokolün bütün gerekleri yerine getirilmiştir. Eğer bu ziyaret şimdiki Papanın selefi Polonya asıllı, iyi yürekli 2'nci. Jean Paul tarafından yapılmış olsa idi kuşkusuz durum başka olurdu.