Ne güzel seçimlerle oyalanıyor, 4 Kasım sabahı ortaya çıkabilecek çeşitli ihtimallerle uğraşıyorduk. Aday listeleri açıklanmış, seçme değilse bile seçilme yasakları konusunda Yüksek Yargı dahi devreye sokulmuş, YSK da bu durumda kimlerin aday olamayacaklarını ismen ve resmen açıklamıştı. Artık seçmen, eli şakağında kimlere oy vereceğini düşünür olmuştu. Eskiden olduğu gibi kimse Siyasi Partilerin giderek birbirine benzeyen klasik ve alışılmış program ve vaatlerine değil liderlerin kimlik ve kişiliklerine, daha çok da karizmalarına bakarak kendilerine göre bir kanıya, karara varmaya çalışıyordu. Özelde yazılı, daha da özelde sözlü, sazlı hem de renkli görüntülü medyanın etkisi öylesine yaygınlaşmış artmıştı ki eskiden alışılmış büyük ve muhteşem seçim otobüsleri ve arkalarında yüzlerce otobüs ve otomobilden oluşan eski konvoylar, kalabalık mitingler artık nerede ise görülmez olmuş, ellerine tutuşturulan parti bayraklı kalabalıklar, meydanları dolduramaz hale gelmişlerdi. İşte tam bu sırada, dikkatler Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan ve el altından bir iki gün öncesinden komik biçimde sızdırılıveren bir raporun üzerine çevriliverdi. Nerede ise 15 gün sonra ülke yönetimini tevdi edeceğimiz insanların seçileceği 3 Kasım 2002 tarihini unutuvermiş gibi idik. Biz Türkler zaten böyleyiz!.. Aklımızı bir şeye taktık mı artık başka hiçbir şeyi görmez oluruz. Yine öyle oldu. 3 Kasım seçimlerini, ABD'den, Kongresinden savaş yetkisini de alan Başkan Bush'un, -çoğu Türkiyeyi can evinden ilgilendiren- korkunç Irak ve Saddam senaryolarını bir tarafa bıraktık. Başta Cumhurbaşkanından Başbakana, taze ve nev-hevs Dışişleri bakanına, Mesut Yılmaz'a, hatta sokaktaki vatandaşa kadar hepimiz bu Zümrüt Anka kuşu gibi acaip "İlerleme Raporunu" kendimiz yorumlayarak tartışmaya başladık. Bu arada, AB'yi bilen konuşur, bilmeyen daha çok konuşur oldu. Saysanız göreceksiniz, AB'nin Alfabesini dahi bilmeyenler TV ekranlarında bilgiç bilgiç kırıtarak ahkâm kesiyorlar. Bizce meselenin aslı astarı şudur: AB Alfabesinin birinci sayfasında şöyle yazar: La Commission propose, le Conseil dispose!.. Türkçesi Koalisyon teklif eder, Konsey karar verir!.. Mesele bu kadar basittir. Konsey mutlaka Komisyonun teklifi istikametinde karar vermek durumunda ve zorunda değildir. Tersine örnekler çoktur!. AB Komisyonu her sene sonunda Zirve Konseyinin bilgisine ve onayına sunulmak üzere detaylı bir rapor hazırlar. 2002 yılına ait raporun güncelliği bakımından AB'nin genişlemesine öncelik veren bir rapor olması doğaldı. Aday ülkeler -bu arada Türkiye- bunun beklentisi içinde idiler. Hele Türkiye AB'ye baş koymuş, Anayasa dahil, on beş kanunu bir paketin içine yerleştirmiş kaşla göz arasında değiştirmiş, sonra da 3 Kasım 2002'de erken seçimlere gitmek kararını almıştı. AB yolunda bu kadar celadet gösteren bir Hükümetin raporda müzakere tarihi hakkında bir teklif, hiç değilse bir telmih beklemek hakkı idi. Verhaugen namındaki karamsar kişiliği portrelerinden belli bir Komisyon üyesinin çektiği fotoğraf da başka türlü olamazdı. Çekilen fotoğrafta bazı bölgeler gölgelenmiş diğerleri ise tersine aydınlanmıştı. Buna rağmen, Kopenhag zirvesinde detaylı olarak incelendiğinde müzakerelerin başlangıcı pekala konulabilir sanırım.. 3 Kasım seçimlerinde AB konusunun bir tartışma konusu yapılmaması gereğini çok defa bu köşede dile getirmiştim. Buna rağmen bu konunun sömürüldüğüne ve hiç olmazsa bir seçim kampanyası mataı haline getirilmek istendiğine şahit oluyoruz. Bunu en kıdemli, en deneyimli politikacımız Sayın Bülent Ecevit'in en yavan biçimde başlatmış olmasına içtenlikle üzüldüm. Raporda doğal olarak yer alan seçim sonuçları beklentisini yorumladı: "Laiklik karşıtı olanları seçerseniz AB kapıları yüzümüze kapanacak!.." dedi. Doğru söyledi. Ama raporda daha başka hatırlatmalar da vardı. Onları Tabu saydı olmalı ki hiç dokunmaya cesaret edemedi!. Yılların deneyimli politikacısı sayın Ecevit'i siyasi kariyerinin sonunda adeta tanıyamaz hale geldik!. 3 Kasım seçimlerinden nasıl bir sonuç çıkar? Bilemeyiz. Ama Milletin, halkın tensibidir. Şimdiye kadar ne yaptı ise en iyisini yapmıştır. Yine öyle olacaktır. 12 Aralık Kopenhag Zirvesinden nasıl bir karar çıkacaktır? Türkiye'ye müzakere tarihi verilirse seviniriz.. Verilmezse yeriniriz!.. Ama papaza kızıp oruç da bozmayız. Atatürk'ün işaret ettiği Batı Medeniyeti istikametinde yolumuza devam ederiz!..