Geçen hafta Federal Almanya'da yapılan 18 Eylül Parlamento seçimlerinden yansıyabilen fikir ve düşünceleri kendi çapımızda da olsa bugünkü Uluslararası ortamda rahatça yorumlayabilmenin ne derece zor olduğunu bilerek bu konuyu seçtim. AB, ateşli hastalıklarda olduğu gibi bugünkünü de belki yine de boy atarak atlatacak ve gecikmeli de olsa düşe kalka, yoluna devam edecektir. Türkiye'nin adaylığı ve müzakereler konusunda Kıbrıs Rum Hükümetinin sözüm yabana "Veto"sunu kullanabilmiş olması hem biz Türkiye, hem de şimdiki AB zimamdarlarına geçmişteki ve şimdiki hatalarını hep hatırlatacaktır. Dünyanın, özellikle bölgemizin en karışık ve patlamaya hazır bir konjonktürden geçmekte olduğunu anımsamakta fayda vardır. Ateş önce düştüğü yeri yakarmış.. 30 küsur yıldır 30.000 evladımızı şehit eden PKK terörü, ABD dahil, tüm Batı dünyasında işleniyor, hatta uygar bazı ülkeler tarafından yardım görüyordu. Bu durum, yeni bir bin yılın daha başlangıcında 11 Eylülde ABD'nin ünlü ikiz kulelerini vurunca, terör, o zaman terörleşti sayıldı. Adına. Önce İslami Terör denildi. Sonraları üniversel terör tanımlaması çıktı. Korku, insanları olduğu gibi toplumları, milletleri devletleri birleştirir. Şimdilerde artık teröre karşı bir topyekün savaştan söz edilir oldu. Bunun sözünü edenler başta ABD olmak üzere hâlâ beklenen dayanışmayı, en azından Türkiye'ye karşı göstermekte mütereddit, hatta kuşkulu davranmakta ve kuşkusuz büyük hata etmektedir. *** Konuyla böylece uzaktan da olsa yaklaştıktan sonra sözü Almanya seçimlerine getirmeye çalışalım. Almanya, Avrupa'da her bakımdan büyük ve güçlü bir milletir. Eski tarihçi ve politikacıların bu konuda latife kabilinden de olsa yaptıkları değerlendirmeleri hatırlatalım. Denilir ki İngilitere bir imparatorluk, Fransa bir devlet, Almanya ise bir millettir.! Her millet gibi kendine göre bazı emelleri, şuuraltında yerleşmiş esintileri, hatta hurafe ve efsaneleleri bulunması pek de yadırganacak bir hal değildir. Hitlerin "Mein Campf"ın da bunun örnekleri çoktur: "Rein bir nehirdir...! Ama bizim için asla bir sınır oluşturmaz..! "Avrupa'da herkesin sömürgesi var bizim yok!" Böylesi örnekleri daha uzatabilirsiniz. Sonuç değişmez.. Akılda tutulması gereken Alman milletinin durmasını her zaman bilemediğidir. Almanya'nın ikinci dünya savaşındaki belki tek kazancı, kanımca gerektiği yerde durmasını artık öğrenmiş olmasıdır. Bunu büyük ölçüde Federal Almanya'nın kurucusu sayılan Şansöliye Adenauer'e borçludur. Hafızai beşer -Rahmetli Adnan Menderes'in dediği gibi- Nisyan ile maluldür. Şansöliye Conrad Adenauer'i benimseyerek öğrendiğini, sonraları, onun yerini alan ve en uzun iktidar süresi ve iki Almanya'nın birleştirilmesini sağladığ var sayılan ve kendisine "Kayzer Şansöliye" tanımlamasını yakıştıran Helmuth Kohl, unutmak ve unutturmak üzere idi ki en uzun süreli iktidarı saçma sapan bir skandallar dizisi ile sona erdi. Yerine şimdiki SPD/ Yeşiller koalisyonu geçip oturuverdi. Yedi yıl önce Almanya'yı bölünmüşlükten kurtarmış olması bile bu sonucu önlemeye yetmedi. Zira artık Almanya kendi sınırları içinde gelişebilmenin yollarını öğrenmişti. Schröder- Yeşiller Hükümeti, ABD karşıtı Irak politikasını değiştirip ve AB içindeki yapıcı tutumu ile bunu göstermesini bildi.! Devletler Hukukunun ve Demokrasinin çizdiği kırmızı ışıklarda durmasını deneyerek öğrenmişti. *** Schröder hem Dış Politika hem de ekonomik konularda azınlığa düştüğünü hissettiği anda geçen 18 Eylül erken seçimlere gitmekte parti içi muhalefete rağmen hiç tereddüt göstermedi. Sonuçlara bakılınca haklı olduğu anlaşıldı. Oy sayısında sanıldığından daha az kaybetmesine rağmen Bundes -Kanzler Amt'daki koltuğunu da rakibi eski Doğu Almanyalı, Merkel'in aşırı emellerini büyük ölçüde sallayarak sarstı. CDU/CSU partisinin eski başkanı Helmuth Kohl'ün yetiştirmesi, Protestan Papazın kızı, Doğu Almanyalı hanım politikacısı Merkel'in başbakanlığı, çok uzun süreceğe benzeyen üçlü koalisyon çalışmalarının başarısına veya SPD/ Yeşiller ortaklığının bozulmasına bağlı kalmış oldu. Bu seçim sonuçlarından çıkarılabilecek en kolay hükümet 1967'de olduğu gibi iki büyük partinin oluşturacağı kırmızılı siyahlı SPD/ CDU-CSU koalisyonunda yatmaktadır. Eskilerin George Kissinger-Brand koalisyonunu Leit Motif'i Almanya'nın Ruslarla Doğu politikasını başarı ve tarihi sorumluluğunu paylaşabilmek idi. Halen bu ikilem ortadan kalkmış, Almanya Doğu politikasını bir düzene kavuşturabilmiştir. Şimdiki koşullarda kırmızı siyah koalisyonunu mümkün gösterebilecek tek özellik, politik ve sosyal görüş farkının kapanmakta olduğudur. Artık Hıristiyan Demokratlarla Sosyal Demokratlar arasında hemen her alanda eski keskin sınırların yavaş yavaş kalkmakta olmasıdır. Birincisi daha sosyalleşmeye, ikincisi ise giderek daha liberalleşmeye yönelmiş görünüyorlar. *** Almanya'daki seçimlerin AB ve ayrıca özel olarak Türkiye-Almanya ilişkileri üzerinde yakın zamanda büyük değişikler beklemek belki mübalağalı olur. AB kendi içinde aşılması çok zaman alacak ve belki de istikamet ve emelleri üzerinde, tarihte örnekleri çok değişimlere sahne olacak. AB yarım asırdan fazladır ayrı sistemlerin izlerini, alışkanlıklarını taşıyan eski Demir Perde ülkelerinin sisteme uyumunu bekleyecek. Bu belki de sistemin yön değiştirmesine, sadece belirli alanlarda kalacak bir devletler koalisyonuna müncer olacak.. Mesele sınırlı bir federasyon taslağı ile belli belirsiz bir geçici çözüme başlanacaktır. Türkiye'nin 3 Ekim'de başlamayı tasarladığı katılım müzakereleri bu toz duman içerisinde buharlaşacaktır. Türkiye de hiç olmazsa bir süre olsun kendi dertleri ile uğraşmak fırsatını bulacaktır. Erdoğan Hükümeti hem kamuoyunda hem bizzat kendi partisi içindeki -artık saklanamaz hale gelen tedirginliklerine- son verecek bir canlılığa kavuşmuş olacaktır.