Geçen hafta "Saltanatı Nisvan" diye başlayarak tarihteki kadınlar saltanatından hafiften allı ballı biraz söz edecektik. Olmadı. Araya daha asık suratlı ama zorunlu olanlar giriverdi. Aslında tarihtekilerin çoğu -Demir Leydi Margaret Thatcher ile Tansu Çiller hariç- hep koca veya babalarının rüzgarı ile veya onlar adına saraylardan yahut haremlerden icrayı saltanat etmişlerdir. Bugünkü konumuz, konuğumuz, ikincilerden, yani hakkı ile Almanya'da "Devlet Yönetimi"ne talip bir "İlk"tir. Üstelik Doğu Almanya doğumlu bir Protestan papazının akıllı bir kızı, hem de koyu Katolik Şansölye Helmut Kohl'ün çelişkili bir yetiştirmesi, gölgesi gibidir. Arada bir de gülümsemesini öğrenebilse, kimi kem gözlerin ona bakışı bir hayli değişecektir. Bu, üç çocuk anası, boşanmış, fizik hocası hanımın Doğu Almanya'da başladığı politika hayatında bölgesel bir parti sekreterliği ve sözcülüğünden Almanya'nın geleneksel büyük partisi CDU/CSU başkanlığına ve seçimlerde başbakan adaylığına seçilivermesinin arkası esrarlı değilse bile hayli hayret verici olmuştur. Bunu pek az mübalağa ile Federal Almanya'nın en uzun süre iktidarda kalan, iki Almanya'nın birleşmesini sağlayan, Türk gelini dolayısı ile olacak bizlere şaşı değilse bile mesafeli bakan Helmut Kohl'ün desteğine bağlayanlar çoktur. Bence haklıdırlar seçim sonuçlarına bakınız hiçbir siyasi parti, özellikle iki büyük SPD ile CDU/CSU küçük bir katkı ile de olsa ortaya sağlam bir hükümet çıkaramıyor: Bundestag denilen millet meclisinin 614 üyesi var: Bunlardan 226'sı Hristiyan Demokrat, 222'si Sosyal Demokratlardan oluşuyor. Geriye kalanlar başta eskilerin klasik liberalleri olan FDP olmak üzere 61-51 sandalye ile Bundestag'a kapağı atabilmişlerdir. İki büyük parti için zor zamanlarda olduğu gibi istemeye istemeye bir 'Büyük Koalisyon'a gitmek zorunda kalmışlardır. Bunun 1967'deki kadar kolay olmayacağı başından belli idi. Bir defa şartlar eskisi kadar ağır ve zorlayıcı değildi. İkincisi her iki parti de seçimlerden galip çıktıklarına inanıyorlardı. İktidardaki SPD seçimlerde beklediğinden çok daha az oy kaybetmiş, Merkel'in partisi ise beklediğinden çok daha az oy alabilmişti. Bu durumda yeni şansölye adayı hükümeti kurarken mutadın hilafına ortağına aynı sayıda bakanlık vermek zorunda kalmış, eski şansölye ve Erdoğan'ın yakın dostu olarak ün yapan Schröder ise Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığını kendi partisinden en güvendiği bir arkadaşına emanet ederek kendisi kabine dışında kalmayı tercih etmiştir. Öyle ki kurulacak yeni hükümet 18 Kasım Bundestag'ın açılışına yetişebilecek mi? diye soranlar bile çıkıyor. Bu konu Almanya politikasında önemli gelişmelere bile yol açabilir. Bu yüzden partisinden veya görevinden istifa edenler bile oluyor. Ama kimse telaşlanmasın bu istifalardan hiçbiri bizde olduğu gibi bir başka partiye geçmek anlamına gelemez! Böyle bir ihtimal hem ahlaken hem de hukuken mümkün değildir. *** Benim kanaatime göre, eğer eski Şansölye Gerhard Schröder kabine dışından kabineyi yöneten bir koalisyon ortağı olacaktır. Bu Türkiye olarak hem bizim için, hem de denge bozukluğunun en tehlikeli aşamasını geçirmekte olan Avrupa Birliği için çok faydalı olacaktır. Schröder'in gücü her ikisine de yetebilecek mi? Bilinmez... İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da yaşanabilir, özellikle yaşayabilir bir politik ve ekonomik sistemin kurulabilmesi için yapılan, bütün gayretler böyle bir durumu önleyebilmek için idi. *** Politikada başarana şapka çıkarılır! Biz bu soğuk kış günlerinde şapkamızı kafamızda sıkı tutarak dünyada her şeyin her yerde eskisinden daha iyi olmasını bekliyoruz. Sayın okuyucularımın bayramlarını kutluyorum.