Amerika Birleşik Devletleri geçen 11 Eylül'de maruz kaldığı müthiş terör saldırısının şokundan henüz tamamı ile kurtulabilmiş değildir. Bununla beraber hem yönetenlerde hem yönetilenlerde ilk günlerdeki infial ve intikam hisleri ve kararlarının yerini hafif bir baş dönmesiyle başlayan tehlikeli bir "syndrome" almıştır. "Terörü kökünden nasıl yok edebiliriz" düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. Bizce bu isabetli bir tutumdur.. Kendinden ve dininden veya inançlarından olmayanları dışlamak, hatta hakaret ederek tartaklamaya ve kovmaya kalkışmak ABD gibi çağdaş bir demokrasi ülkesi ile bağdaşmaz. Bunun yerine sorumluları ve suçluları kökünden kazımanın ve terörü bir daha aynı şeyleri yapamayacak duruma getirmenin yollarını araştırmak, sağa sola danışarak işbirliği halinde hareket etmek daha doğru bir davranış olarak algılanmalıdır. Terörün, özellikle örgütlü olanın tam olarak ortadan kaldırılması her şeyden önce bu Sendromu oluşturan virüsün teşhisine ve yok edilmesine bağlıdır. Sendromun arazı ve şiddeti bünyeye göre değişebilir. Türkçemizde bir söz: "Ateş düştüğü yeri yakar!.." Bir başka halk deyimi daha: "Kimin ağırır, o bağırır!.." der. Ateş bu sefer ABD ve "İKİZLERE" düştü. Dolayısıyle sendromun orada başlaması ve yaşanması doğal sayılmalıdır. Aslında bu baş dönmesi terör'e maruz kalanların hepsinde vardır. Ama etkileri değişiktir. Bunu bizim gibi terörü yaşayanlar daha iyi bilir. Amerika bunu henüz yeni görmekte ve tanışmaktadır. Şimdilerde dokunulmazlığını kaybetmiş olanların ruh haleti, ezikliği içindedir. Son elli yıl içinde iki dünya savaşı geçirdiler, ama ne topraklarında ne havalarında düşman sayılacak bir kara sinekle karşılaşmadılar. Bu yüzden şimdilerde terör, tez elden müttefikler bakımından da dışarıdan bir saldırı sayıldı. Birleşmiş Milletler acil karara bağladı. NATO kış uykusundan uyandı. Bu anlayış içinde birimize yapılan hepimize yapılmış sayıldı. Artık kimse kendi ülkesinde çöreklenen yabancı terör örgütleri için "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!.." diyemeyecek. Yabancı terör örgütlerinin kasalarına, hesaplarına sözümona "İnsan Hakları" faslından veya "örtülü ödenek"ten haraç aktaramayacak!. Bu oluşumun takipçisi olmalıyız. Hariciyeye iş düşecek.. *** ABD Başkanı Bush babasından daha akıllı ve temkinli davrandı. Babası gibi on yıl önceleri Irak, küçük Kuveyt'i ilhak ediyor diye bir milyonluk karma ve toplama bir ordu ile Saddam'ın üzerine yürüyerek boş yere bir "Çöl fırtınası" estirmeye kalkışmadı. Şimdi, Batı alemini oluşturan ülkelerin yöneticileri, başkanları, komutanları oturmuşlar bu işi en az kayıp ve en mükemmel şekilde nasıl başarabileceklerini tartışıyorlar. Bunlar arasında organize teröre en çok maruz kalan ve dolayısıyı ile en deneyimli ülke Türkiye'dir umarım bizim hariciyemiz ve Genelkurmayımız ile temas halindedirler. Sanırım bu konuda söyleyecek çok şeyimiz olacaktır. İlkini Genelkurmay Başkanımız söyledi. "Afganistan'da bir kara harekatı bir çılgınlık olur" dedi. Doğru söyledi. Bizden önceki kuşakların sık kullandıkları bir Arapça deyim "El cerrebül mücerreb, halledbihinedame.." Türkçesi tecrübe edilmişti bir daha tecrübe etmek pişmanlık getirir. diyor!. Birinci Dünya Savaşında İngilizler orada tutunamadılar. İkinci Dünya Savaşından sonra Ruslar denediler, on yıl uğraştıktan sonra sadece toplarını tüfeklerini değil postallarını bile terk ederek kaçtılar. Rus komutanın bir sözü yabana atılamaz. Afganistan'da savaş kazanamazsınız ama kimilerini satın alabilirsiniz diyor!. Rus'un bu sözüne de katılırım. *** Mevsimlerden sonbahar geldi. Çevrenin yeşili sarıya dönüşüyor. Uçuşan kuru yapraklarla birlikte 11 Eylül Sendromu da bazı bölgelerde bir savaş ihtimalini ortaya çıkarıyor. Türkiye coğrafyadaki jeopolitik ve stratejik konumu arkasında başını kumlara sokup bekleyemez. Olayları yakından izlemek ve ülke yararları ve dünya barışı istikametinde üzerine düşeni yapmak zorundadır. 11 Eylül virüsünün şimdiki halde bize göre üç hassas ve kritik noktası var. Pakistan, Taliban ve Afganistan.. Virüsün analizininde üçü de kendi açılarından önemli yer alıyor. Ortada Sünni-Şii kavgası var. Pakistan açısından da Keşmir davası var. Orada savaşan cihat örgütü var. Onlara Pakistan'la beraber "Taliban" da yardım ediyor. Talibanı da zaten Pakistan bu amaçla beslemiş yetiştirmişti. Sonradan pişman oldu ama iş işten geçmiş oldu. Taliban Afganistan'a yerleşti. Hükümet kurdu. İlk tanıyan yine Pakistan oldu. Arkasından ikinci olarak da Çin tanıdı. Şimdilerde o da pişmandır. Sünni-Şii çatışması Çin'deki Müslümanları da etkilemektedir. Bu tablo içinde en ziyade sıkıntılı olan Pakistan'dır. İki arada bir derede kaldı. Hükümetimiz yahut Hariciyemiz akıllı davrandı. Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'i, eline Başbakanın General Müşerref'e hitaben yazdığı bir mektup ve bir danışmanlar heyeti ile Pakistan'a gönderdi. İyi etti. Ama keşke bir yolunu bulsak da Sayın Kenan Evren'i gönderebilse idik. Her bakımdan çok daha faydalı olabilirdi gibime geliyor. Belki fazla kan dökülmeden Afganistan'da kısa sürede Taliban dışında yeni bir karma Hükümet kurulabilirdi diye aklımdan geçiyor!. Bu yazımı bitirdiğim dakikalarda Taliban ve Afganistan'daki askeri hedeflere karşı ABD ve İngiltere ortaklaşa füze ve hava saldırıları başlatmışlardı. Umarım geniş çapta bir kara harekatına gerek kalmadan mesele çözülmüş olacaktır. Yine umarım ki, yapılabilecek bir askeri harekata Türkiye'nin de katılımı gerekirse, bu ne şekilde olursa olsun "veresiye asker" yardımı şeklinde olmaz!.. Bunu Irak harekatı yüzünden uğradığımız kayıplar yüzünden yazıyorum. Umudumuz uluslararası terörün genişletilmiş bir savaşa ve özellikle bir Hıristiyan-Müslüman çatışması haline dönüştürülmeden yok edilip kökünün kurutulması istikametindedir.