Avrupa Birliği; kurucu üyelerinden ikisinde -Fransa ve Hollanda'da- yapılan halk oylamalarında beklenmeyen öldürücü darbelerden sonra komaya girmiş gibidir. Suçluların telaşı içinde, J. Chirac'ın teklifi ile Brüksel'de alelacele yapılan zirve toplantısı AB'deki kafa karışıklığını büsbütün artırmıştır. Zirveden zırvalar diye isimlendirilebilecek çelişkili kararlar kimseyi memnun etmemiştir. Hele yeni katılanlar büsbütün şaşkın vaziyettedirler. Dönem başkanlığı AB'nin her bakımdan en küçük üyesi Lüxembourg'dadır. Öyle anlaşılıyor ki üyelerden hemen hiçbiri kendisininkinden üstün bir otoritenin yönetimine henüz tam olarak hazır değildir. Bu zirvede eskiden var olan anlaşmazlıklara çare aranılacağı yerde eskilerine yenileleri eklenmiş, İngiltere muhteşem inzivasına çekilmiş, bütçe konularını da askıya almıştır. İşin daha kötüsü temmuzda başlayacak altı aylık dönem için başkanlık sırası İngiltere'ye geçecektir. Bizim 3 Ekim'de başlayacak olan katılım müzakereleri de aynı döneme rastlıyor. Benim kanaatimce bunun konu ile doğrudan herhangi bir ilgisi yoktur. Önemli olan, yalnız AB'nin değil, Avrupa'nın tümü ile karışmakta olduğudur. Teşbihte hata olmaz. Durum bir bakıma İkinci Dünya savaşına takaddüm eden döneme hayli çağrışımlar yapmaktadır. *** Konuyu biraz daha açmaya, felsefesine değinmeye çalışalım. "Birbirlerine benzeyenler aralarında birleşirler!.." "Çe qui ressemble Stasseble!.." İnsanlarda olduğu gibi toplumların ve milletlerin bu bir araya gelip birleşmenin asıl kaynağı da ortak korkular ve tehlikelerdir. Bundan çıkarılabilecek sonuç da şudur: "Ortak tehlikeler karşısında "Birim çoğul için, çoğul da birim için çalışır!" "Unum Pluribus, Pluribus unum!" Ortak korku kaybolunca bu formül de esner, gevşer!.. Sonunda Birlik dağılır!.. AB'de asıl korkulması gereken de budur. *** AB, yani göbek adı ile söylersek AET yani Avrupa Ekonomik Topluluğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan "EUPHORİE" korku ve şaşkınlığın ürünüdür. Birkaç akıllı Avrupalı oturup savaşın neden çıktığını aralarında araştırdılar. Sonunda savaş suçlusu olarak kömür ve çeliği buldular. "Bu iki netameli matah başıboş bırakılmış olmasa idi belki savaş çıkmayacaktı!" dediler. Ortak korkunun ilk kurbanı kömür ve çelik oldu. 1950 yılında bu iki 'hınzır'ı kontrol altına alan bir anlaşma imzaladılar. *** Bu 6 Avrupa ülkesi, 1957'de Floransa'da toplandılar. İngiltere ancak gözlemci olarak katılmayı kabul etti. Sonunda mızıkçılık etti. AET'yi kuran Roma Andlaşmasını imzalamadı. Aynı tarihte kurulan Atom Enerjisi kontrolüne yönelik olana da katılmadı. Sonraları ancak General de Gaulle'den sonra bin müşkülatla yalvar yakar katıldı. Ama topluluk içinde Deve Kuşu gibi "Ne kuş ne deve!" olarak kaldı. Bugün de durum eskisinden pek farklı değildir. *** Efendim bu köşede -belki bıktırıncaya kadar tekrarladığımız gibi- Avrupa Birliği fikri yüz yıllar öncesinden bu yana düştükçe canlanır. Sonradan siyasi ve tarihi nisyan içerisinde kaybolur gider. İlk ortaya atılışı 1300 yıllarında oldu. Bu, Türklerin Batı'ya çıkışlarına rastlar. Şimdilerde Türklerin AB'ye katılımı ne zaman gündeme gelse hepsinin yürekleri ağızlarına gelir. Sebebi biraz da budur. Bu fikri imparatorlar, krallar, papalar, papazlar, şairler, edipler, filozoflar, hatta tüccarlar iş adamları denemiş hiçbiri başarılı olamamıştır. Sebepleri çoktur. Çoğu sanki bugünlerde siyaset podyumuna çıkmışlar gibi gözlerimizin önünde sergileniyor. Başarısızlığın başında teşebbüs sahiplerinin veya önde gidenlerin "Hırs-ı piri ve siyasileri" gelmektedir. Chirac bunların belirgin bir örneği gibidir! Bunun dışında unutulmaması gereken bir husus da Avrupa Birliği kavramının da yıpranabilecek, hatta belirsiz bir süre için de olsa gündemden düşebilecek olanlar arasında bulunduğudur!. Şimdilik akla gelebilecek ihtimalleri şöyle sıralamak mümkündür: 1/Daha basit ve daha esnek yeni bir Anayasa metni hazırlamak. 2/Geri adım atarak AB'nin kaynağına, yani Avrupa Ekonomik Topluluğu ile yetinmek... 3/AB bunalımından faydalanarak daha da güçlü bir AB çıkarabilmek için çalışmalara devam etmek!.. Hangi ihtimal olursa olsun hepsi AB üyesi olan ve olamayan ülkeler için referandumlardaki olumsuz halk oyları Avrupa'nın akıbetini bir defa daha yeni baştan düşünmek zaruretini ortaya çıkarmış bulunmaktadır. *** Türkiye'ye gelince AB olayını daha dikkatle ve daha yakından izlemek mutlak bir devlet politikası olarak kabul edilmeli ve 3 Ekim müzakereleri için sanki hiçbir şey olmamış gibi devam edilmelidir! Aslına bakarsanız Dış Politika, AB ve Kıbrıs ve PKK terörü konularında TBMM'de bir genel görüşme açılmasını muhalefetten önce bizzat AK Parti Hükümeti ele alabilmiş olsa idi her şey çok daha kolay ve yerinde olacaktı! Kim bilir belki yine de olur!