Biliyorum bu yazımızın başlığını görenler arasında hem bizlerden hem AB çevrelerinden itiraz edenler çok olacaktır... Önce peşin peşin söyleyelim: Bu satırların yazarı her ne pahasına olursa olsun AB'ye girmek isteyen gözü en kara olanlardan daha çok ve daha içtenlikle Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması taraftarıdır. Bütün meslek hayatı boyunca da bunu savunmuş, hâlâ da savunmaktadır. Bu gerçeğin altını kalın kalın çizelim. Ondan sonra da sakin sakin, serinkanlı bir üslup ile konumuza geçelim. AB giderek olgunlaşmaya, örgütlenmeye doğru ve her şeye rağmen ilerliyor. Laeken zirvesinde yeni ve doğurgan bir organ daha kuruldu. Adına da 1789 Fransız İhtilali'ne çağrışımlar yapan, Danton'ları, Robespierreleri hatırlatan "Convention" dediler. Başına da asilzade sınıfından eski Fransız Cumhurbaşkanı Giscard D'estaing'i getirdiler. Türk düşmanlığı ile ün yapan bu zat, AB'den istediği, halen sayılı kralların alabileceklerinin iki mislini aşan maaş, tahsisat ve saireyi koparabilirse bu Kurucu Meclis, ilk toplantısını önümüzdeki ay başlarında Brüksel'de yapacak. Bu Meclise "büyük başarı" olarak Türkiye de muhtemel aday ülke sıfatıyla bir bakan ve iki milletvekili ile "Gözlemci" olarak katılabilecek. Bakan AB'den sorumlu Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz olacak ama yanında hiç olmazsa Kamran İnan'ı da götürebilmesi her bakımdan ne kadar iyi olurdu.. Anlaşılan olmuyor.. Olamıyor!. Bizim pek bilemediğimiz bir nedeni olmalı? Yazık üzüldük. Kamran İnan ses getirebilirdi!.. Efendim evelemeden gevelemeden, lafları ağzımızda daha fazla çiğnemeden kestirmeden yazıverelim: Avrupa'da bir İslam olayı ve endişesi vardır. AB öncülerinden, siyasetçilerinden tutunuz da, "çok bilir" bürokratlarına varıncaya kadar hepsinin şuuraltında bir İslam endişesi vardır. Bu söylenmez hissedilir ve ettirilir. Bizimkiler gerçekten hissedebiliyorlar mı? Pek emin değilim!. Etseler başka türlü davranmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Bu yıl ünlü Davos toplantıları ne hikmetse New York'ta yapılıyor. Bu toplantılara karşı her zaman eylemler, gösteriler yapılır. Bu sefer, şiddetli ve anlamlı oldu. Küreselleşmeye karşı akımın giderek saydamlaşmaya ve güçlenmeye başladığı görülüyor. Bu toplantılara bizden de başta Cem ve Derviş olmak üzere giden çok oldu. Siyasi yönü, ekonomik olandan ağır basan bu toplantıya katılan Bosna Hersek Müftüsü sayın Mustafa Çeriş, konuşması sırasında kalkmış kendiliğinden Batılılara soracak olmuş: "Türkiye laik ve demokratik bir devlet olmasına rağmen nüfusu Müslüman olduğu için mi AB'ye almıyorsunuz? demiş. Buna kimse cevap verememiş de, bizim nezaketi ve zarafeti ile ünlü Dışişleri Bakanımız kalkmış, kendine göre havayı yumuşatmak için olacak "Böyle konuşmak AB'ye karşı haksızlık olur" diye buyurmuş!.. Sayın Bakanımızın Davos toplantılarına hak ve adalet dağıtmak için gittiğini zannetmiyordum!. Herhalde bir bildiği veya beklediği olmalı diye düşünüyorum... Bununla beraber bir noktaya işaret etmekten de kendimi alamıyorum. Bir süredir dış ilişkilerimizin oluşup yürütülmesinde belirgin bir üslup ve strateji değişikliği göze çarpıyor. Artık bir zamanların ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan efsanevi Fatin Rüştü Zorlu döneminin eskilerde kaldığını biliyorum. Ama daha sonraki bir dizi koalisyon hükümetlerinde özellikle Dışişlerinin Sosyal Demokrat etiketli bakanların yönetiminde bulunduğu dönemlerde bu eğilimin daha belirgin biçimde geliştiğini görmekten üzülüyorum. Dış ilişkilerde yumuşama, uzlaşma, elbette arzu edilen bir olgudur. Ama unutulmaması gereken bir husus da Dışişlerinin milli bir takım halinde yürütülmesi gereğidir. Eğer oyun esnasında üzerinizdeki formayı çıkarıp "Orta Hakemi" olmaya heveslenirseniz zararlı çıkan, kaybeden taraf siz olursunuz!.. Zorlu döneminde katıldığımız bir Staff Meeting'i hatırlıyorum. Yunanistan, o tarihte Lozan'a aykırı olarak adalara havaalanları yapmaya başlamıştı. Bunu adaların silahlandırılmasına bir başlangıç olarak gören Fatin bey, olayın derhal protesto edilmesi talimatını vermişti. Arada "Efendim bunlar turistik amaçlı görünüyor.." diyenlere Rahmetli Zorlu'nun çıkışını hatırlıyorum. Haklı çıkan Fatin bey oldu. Ama iş işten geçti!..